Temmuzun yakıcılığı ayrı, içimizde kor alev ayrı. İkisi de sınar bizi. Bazen bir kelime düşer içe, bir sohbet, bir şarkı... Şarkının içinde anlamlar saklı; sözleri gizlerle kaplı...
Kelimeler, hakikati anlatınca anlamlı. Yoksa konuşulanın, var mı bir anlamı? Dilimizde sözleri bilindik bir şarkı, ama anlamları farklı. İlk defa duyar gibi, esrarlı. Her mısra bir hançer, her dize bir burgu; girip yüreğe saplanır. Yakar. Parçalar duyguyu.
Tutuşmaya başlar her şey. Başlar yakı. Alır bizden bizi. Siler benliğimizi.
İçimizdeki karanlık, kelimelerle uyanır. Ve o anda başlar, hakikate sığınma arzusu... Bu sıcakta sığınılacak tek yer: gerçekliğin gölgesi. Bir de gecenin sessizliği. Karanlık olur, bir huzur denizi. Serinletir tenimizi. Gölgeler kucaklar bizi. Gerçeklikse çeker geri.
Ve biz, çoğu zaman kaçmak isteriz. Cevapları biliriz ama kendimizden gizleriz. Sorgudan yorulmuşuzdur. Yaralardan korkmuşuzdur. Kabullenip susmuşuzdur.
Ama yine de sorulmalı: Asıl olan nedir bu karanlıkta? Hakikatsiz bir “ben”, varlığın neresinde yer almakta? Hakikat, mağaradaki gölgelere mi razı olmakta?
Oysa iyi bir ışıktır. Bir doğuş. Bir nur. Güneş gibi doğar. Kendine çağırır. Gölgeden geçip vuslata vardırır. İyi, gözle görülmez; ama her şeyi görünür kılar. Gölge bile kıymetini onunla anlar. O yüzden belki de ilk kez onunla temas ettiğimiz anlar, en çok hatırda kalanlar.
Bir an var, bir çocukluk ânı, hakikat ile temaslı... Çocukken, kâğıttan uçurtmalar yapardım. Rüzgâra tutturup, maviliğe salardım. Uçurtmanın gölgesiyle yere düşen şekillerle oynardım; hayallere dalardım. Bir an gelir, maviliklere dalardım. Uçurtma gökteydi, gölge yerdeydi. Ben ise ne yerde ne gökte. İkisinin arasında bir yerde.
O zaman fark ederdim: Gerçekliğin renkliliğini. Güneşin altında mavi diyarlarda uçmanın keyfini. Gölge sadece onun iziydi. Ve iz, hiçbir zaman hakikatin kendisi değildi.
Güneş gülümser gökten hoyratça. Temmuz, tereddüt etmeden yakar. Isısıyla döker üzerimizdekileri: maskeleri, suskunlukları, kalıplaşmış kimlikleri.
İçimizden bir ses kıpırdar; bir şey dürter derinimizi ve bir an gelir zaman durur gibi. Açarız içimizi. Çırılçıplak bırakırız gerçeğimizi.
O açıklık bir eşik bize. Artık geri dönülmez bir içsel yolculuk çağırır kendine. Sessizce, derinden bir yola düşeriz. “İyi misin?” diye başlayan. “İyi nedir?” diye derinleşen.
İyiyi doğada ararız; ağacın kökünde, suyun berraklığında. Anlamda kavrarız; kelimelerin ardında ışıldayan hülyalarda. Soylu olanla ilişkilendiririz; çünkü iyi, değerli olanda.
Ama belki de iyiyi yalnızca tanımlarla kuşatmaya çalıştık. Belki insanı iyiyle tanımlamakla eksik kaldık. Eğildik ve gördük: İyi, güneşti. Hep gösterirdi bilinmezliği.
Ve belki de bu yüzden, hakikatin doğrudan kendisine değil; yansımasına tutulduk. Çünkü güneş doğrudan bakınca yakar bizi. Ona bakmak için hüner gerekli. Bizi ısıtması bizim için yeterli. Varlığıyla ortaya çıkan bizim için değerli.
"Her şey güneşi seviyor. Ve biz, güneşi değil, ışığını seven insanlarız." Asaf Halet Çelebi
Belki de bu yüzden, güneş sadece içimize vuruyor. Sadece hissetmek bile yetiyor, mutlu ediyor. O sıcaklık içimizde bir sezgiye dönüşüyor, sonra da suskun bir çağrıya: “Sen de ışık ol, diye. Yakmadan aydınlat. Gölgeye rağmen var ol, diye.”
Ama kolay değildir ışık olmak. Yakmadan aydınlatmak. Gölgeyi geçerken gözü kamaştırmamak. Kalbi delmemek, ruhu kanatmamak. Ve bazen hakikat, bir güneş gibi kalbimize konar. Bu bir iyinin biyografisidir; bir şiirde başlar…
Bir çocuk doğar; güneş gelip kalbine konar
Çocuk ışığını unutur, gölgelere dalar
Sesi susar, kalbi donar…
Sevgiye dair ne varsa yakar
İçindeki güneşten kaçar
Sevgi ulu bir çınar, dayanamaz; usulca fısıldar
“Güneşi al da gel!” der... çocuk olduğu ana koşar
Gözleri tekrar parlar, içi tekrar kıpırdar
Güneşi kalbinde taşıyan çocuk, içindeki gölgeleri silmeye başlar
Gülerken ağlar, dururken koşar
Yüreği sızlar
Gözyaşlarından güneşler doğar
İçindeki karanlığı aydınlatmaya başlar
Ama bazen, alışkanlıklar kopmaz, karanlıkta hortlar
İnsan; gizliden gizliye mağarasında gölgelerle oynar
Bir tarafı güneş, bir tarafı gölge…
Bir bilinmezlik, bir sorgu, bir şüphe…
Güneşin var olduğu yerde, hiç olur mu gölge?
Biliriz ki gölgenin sızdığı yer, hep içimizdeki çatlaktır. Ve o çatlaklardan sızar bir yankı:
Merhametsiz karanlık içindeyim Ne zaman güneş doğacak bilmiyorum Mavi denizlere, mor dağlara karşı...
— Ümit Yaşar Oğuzcan