Hava Durumu

Hakik – (at) (an)

Yazının Giriş Tarihi: 21.05.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.05.2025 00:05

Hafta sonları güneş doğmadan çıkardık yola. Babam önde, biz arkasında. O yaşlarda farkında değildik ama aslolan beklemekti rızık kapısında. Sarı çayın yeri başkaydı; sıcak suya karıştırılan toz içecek ‘Oralet’ derdik adına. Tatlı, turuncuya çalan, portakal tadında.

Karşı taraftaydı Ali Tarancı Amca’nın işyeri. Her şiir okuyuşunda bize birer oralet söylerdi. Şiirler mekân olur; bizi içine hapsederdi. Kütüphane kapılarına doğru usulca sürüklerdi. En çok da Çocukluk ve Otuz Beş Yaş şiirleri tanıdıktı kuşağımıza. “Affan dedeye para saydım” ve “Dante gibi ortasındayız ömrün” dizeleri sürekli tekrarlanırdı dudaklarımızda. Çocuk aklımla “Affan dede”yi hep “Afgan dede”, “Dante”yi de “Dantel” okurdum masumca.

Sonra okul kitaplarında Memleket İsterim’le tanıştım. Yıllar geçtikçe o dizelerin neden içimi titrettiğini anladım. Cahit Sıtkı yalnızca bir memleket düşlemiyordu. Bir özlemi, bir ideali, bir düzen arzusunu mısralarda arıyordu. Sonra türküler “Haydi Abbas, vakit tamam” derdi kulaklarımıza. Cahit, gençliğini arıyordu. Yaşamak istiyordu gençliğini yeni baştan. Desem Ki ise başlı başına bir arayıştı aslında. Ne zaman vardı ne de mekân. Bir âşık; sevgilinin hakikati peşinde koşan.

“Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum…”

Sevgilinin hakikati daha güzel nasıl aranırdı ki?

Cahit Sıtkı’nın şiirlerinde kimi zaman sevgiliyi, kimi zaman memleketi, kimi zaman da gençliğini arar insan.

Her şiir bir arayış, her arayış içsel bir yolculuk. Her yolculukta bir hakikat arayışı. Bizim iç dünyamızda inşa ettiğimiz bir hakikat.

Nietzsche bu durumu şu sözle özetler: “Gerçek yoktur; yalnızca yorumlar vardır.”

Hakikat, defalarca arandı. Kaç defa bulundu bilmiyorum. Platon’da idealar başka bir dünyaya yükseldi. Aristoteles’te, öz–töz ayrımıyla yeryüzüne indirildi. Descartes’ta, içsel sezgiyle “Düşünüyorum, öyleyse varım” denildi. Kant’ta, bilmenin sınırlarında duruldu; hakikat, yalnızca algı dünyasında kavranabildi. Nietzsche ile aşkın olan yıkıldı; Hakikat, yapıp ettiklerimizde var oldu. Derrida ise bu yıkımı bir başlangıç saydı: gerçeklik, metinde var oldu, her seferinde yeniden kuruldu.

Peki biz? Bu belirsizlikte kendi cevabımızı nerede arayacağız?

Kimimiz kutsal metinlerde, kimimiz bilimin soğuk ışığında. Kimimiz sanatta, kimimiz felsefede. Kimimizse, anlamını yitirmiş bir hayatta; nihilizmin koynunda kaybolarak arayacak hakikati.

Hakikat nerede aranırsa aransın, insanın iç âlemiyle ilgili. Çünkü her birimizin içi, kâinat kadar geniş ve bir yoksulu bile sığdıramayacak kadar da dardır.

Belki de hakikatimiz, sadece bildiğimiz, hissettiğimiz ve idrak edebildiğimiz kadardır. Şairin bir sevgilide, geçip giden ömrün gölgesinde ya da huzurun egemen olduğu bir memlekette aradığı hakikat, bizim için bambaşka yerlerde yankılanıyor olabilir mi?

Belki de, her adımda biraz daha yaklaşıyoruz kendimize. Kendi gerçeğimize. Ama kim bilir; belki de, ne aradığımızı hiç anlayamadan göçeceğiz ebediyete. Belki de hakikat, yalnızca hissedilendir, sadece kendi içimizdedir. Hakikatimizi varlığa dönüştürebilecek miyiz? Varlıkta görünür kılabilecek miyiz?

Heidegger’in dediği gibi: Varlık, ancak “zaman”la karşılaştığında, “an”da görünür olur.

Belki de hakikatin varlığı sadece kendimizdedir. Kendimizle an’da buluşabilmektedir. Gelin, an’da kendimize kulak kesilelim. Şu anki iç sesimize… An’ın bizde uyandırdığı o müjdeye… Son bir anmış gibi sarılalım:

An…

Mayıs’ta bir an
Hemen şu–an
Semada var ol–an
Varlığa dol–an …

Bir müjde —
Gecenin koynunda
Ay ortasında.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.