Hava Durumu

Hz. Âdem – Doğanın kaygısı: Özgürlüğün doğuşu

Yazının Giriş Tarihi: 05.11.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.11.2025 00:05

“Havayı dinliyorum:

Nabız yavaşladı.
Uludağ’da, zirvede kar ve Kirazlı-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır…
İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek” — Nazım Hikmet, Piraye İçin Yazılmış: Saat 21–22 Şiirleri

Kasım 1945’te karla örtülü Uludağ’dan seslenir Nazım Hikmet. Yıl farklı olsa da mevsim aynı; Kasım, her defasında aynı derin çağrıyı taşır. Aynı dağın farklı eteklerinden Kirazlı Yayla gibi Nilüfer de uykudadır. Uludağ gelinliğini çıkarmış, renklerin dansı içinde güneşle sarmaş dolaş ısınmaktadır. Doğa insansız bir rüyadadır; mevsim yönünü aramaktadır.

1945’te sonbahar; 2025’te bahar. Soralım, sonbahar olabilir mi bahar? Dökülen yaprakların arasında hangi gül açar? “Ben baharım” diyen bir son bahar… Hem umut verici hem tedirgin edici bir yalancı bahar. Mevsimlerin karıştığı bu geçitte insan doğada kendini arar. Kendini aradıkça doğadan kopar. Evet–hayır patikasında bir yol ayrımı belirir; bizi özgür kılar, yolu sorar. Kierkegaard; estetikten etiğe, etikten imana uzanan yolda, bizi bir var oluşun özüne yollar.

Kierkegaard’a göre insanın varoluşunun ilk adımı doğadan ayrıldığı andır. Bu ayrılığın yankısı kaygıdır. (Anksiyete). İnsan, özgürlüğünü fark ettiğinde olasılıklarla karşılaşır. Bir nesneye değil, hiçliğe yönelir. O an özgürlüğün baş dönmesidir. İnsan olasılığın uçurumuna baktığında hem korkar hem özgürleşir. İçinde henüz yapmadığı ama yapabileceği bir eylemin ağırlığı belirir. Kaygı, an ile keskinleşir. An henüz gelmemiştir ama olasılığı gösterir. An gelirse özgürlük eyleme evrilir.

İnsan kaygı duyar çünkü “henüz”de yaşar. Yapabileceği ama henüz yapmadığı şeylerin bilincini kavrar. “Henüz” varoluşun imkânı sunar. “Artık” ise geride kalmış, gerçekleşmiş olana bakar. Seçim yapıldığında insan; “artık”a geçer, “henüz”den ayrılır. Bu ayrılış, özgürlüğün adıdır. “Artık”ın alanında insan, yaptığı seçimin sonucu ile karşılaşır. Kierkegaard’a göre “an”, “henüz” ile “artık” buluşmasıdır.

Zaman burada bir çatlak gibi açılır; o çatlakta hem geçmiş hem de gelecek vardır. “An”, henüz’ün olasılıklarıyla artık’ın sonuçları arasında kavranır. Bu geçitte insan, seçim yapar. Kierkegaard; an'ı, sonsuzluğun zamana dokunduğu yer olarak tanımlar. İnsan; “henüz”ün belirsizliği ile “artık”ın kesinliği arasında yaşar: Kaygı bu iki kutbun geriliminden doğar. Seçim o gerilimi sonlar, var oluşu aralar.

Kısacası, “henüz” insanı kaygıya, “artık” sorumluluğa, aralarındaki “an” ise özgürlüğe taşır.

Hz. Âdem’in yasak ağaç karşısındaki tereddüdü budur: Günah değil, özgürlükle karşılaşmadır. Kaygı onu an’a getirir, seçim o anı varoluşa çevirir. İnsan her seçiminde yeniden doğar. Varlıkla temas sağlar. Kaygıdan an doğar, andan seçim, seçimden varoluşuyla insan yeniden doğar.

Hz. Âdem ağaca bakarken korkmaz, çünkü korku bir nesneye yöneliktir; kaygı ise nesnesizdir. İçimizdeki sessizliktir. Hz. Âdem, içinde olasılığı belirir; “seçebilirim” düşüncesiyle ürperir. Kaygıdan doğan seçim insanda yankı bulur. Her kaygı bir varış, her seçim bir doğuştur. İnsan kendi yolunda kendine kavuşur.

Kaygı; seçime aralanır, seçim olmazsa insan eksik kalır. İnsan seçimde kendini yaratır. Seçim ona kim olduğunu hatırlatır. Seçim yalnız ahlaki değil, varoluşsal bir karardır. Her tercih ihtimaller denizindeki bir ‘ben’i bırakır, bir ‘ben’i alır. Ve insan, seçtiğiyle kendini yeniden yaratır.

İnsan seçim yaptığında estetikten etiğe geçer. Hazdan sorumluluğa, rastlantıdan karara ilerler. Estetikte insan güzeli ister; etik insan iyiyi seçer. Kaygı, bu iki arayış arasında gezer; doğa susar, vicdan söyler. Seçim, yalnızca bir özgürlük eylemi değildir; aynı zamanda ahlakın doğum yeridir. Çünkü insan, seçtiği anda yalnız olasılıklar arasında değil, iyi ile kötü arasında da karar verir. Özgürlük, yönsüz kaldığında kaygıya; ahlakla birleştiğinde ise sorumluluğu getirir.

Bu bilgiçtedir etik insan, doğanın yasasını ahlaka dönüştürmeye başlar. Seçimler adım adım harekete akar. Ama bu hareket var olmanın yanında düşünmeyi de gerekli kılar. Düşünceyle eylem birleşir, anlamı tamamlar. Nurettin Topçu bu durumu şöyle açıklar;

“’Var olmak’ düşünmek ve hareket etmektir ve yine var olmak istemek ve sevmektir. Var olmak, gerçek manasıyla var olmak, hareketleriyle düşüncesini sonsuzluğa istinat ettirmek demektir ve böylelikle kendi varlığını sonsuzlukta aramak demektir.” — Nurettin Topçu / Var Olmak

Bu düşünce, insanın eylemle anlam arasında kurduğu köprüyü gösterir. Varoluş eylemde doğrulanır. Hareketin yönünü seçimler belirler, düşünülmeden yapılan seçimler ise yolu gölgeler. Bu yolun sonu aşk ile imanı var eder. İşte tam da bu noktada, Kierkegaard’ın kaygıdan imana giden yolunda bir nefes alınır. Arendt’e bir kapı aralanır.

Doğanın sessizliğiyle başlayan patika, düşüncenin yankısına dönüşür. Kaygı, insanı doğadan çıkarıp kendine götürür. Belki bu bir döngüdür. Her Âdem, kendi çağında yeniden doğar. Belki de her seçimimizde yeniden doğar. Çünkü insan her çağda aynı sesi işitir:

“Seç ve var ol.”

Bu çağrı, Hz. Âdem’den bugüne uzanan bir yankıdır; insanı her kasımda, her kaygıda, her an ’da yeniden doğmaya çağırır.

Ve işte tam bu anda, düşüncenin dili susar, mevsim şiire döner; Kasımın kalbinde kelimeler bahara karışır.

Seçimlerimizden sorumlu muyuz?
Seçimlerimizi düşünerek mi yapmamız gerekir?
Ve bu sorular, bir sonraki yazıya kalır.

Kasımın Kalbinde Son Bir Bahar

Kasımda yapraklar,
kaygı — kaygı —varlığa akıyor.

An — an,
bir seçim — bir seçime varıyor.

Kasımda renkler,
pastel — pastel yürek yakıyor —
baharı anımsatıyor.

Karşımda bahar;
kahvenin — yeşilin — bejin — mavinin tonlarını var ediyor.

Her düşen yaprak
bahar — da bir anlam oluyor

Kaygısı içime doğuyor,
an’da beni siliyor,
varlığın ruhuna varıyor.

Bıra — kasım — geliyor;

an ı,

yani var lığı

yani aşkı

Kaygı — kaygı — bir sonbahar

an — ı—son bir — bahar — kılıyor.

İnsan, kaygıdan doğar, seçimle var olur, eylemle ahlaklaşır…

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.