Hava Durumu

Hz. Muhammed-Hakikatin kapısı 3

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2025 00:08
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2025 00:08

— Etik, Değer, Olanak ve Teslimiyet —

Soğuk bir kış akşamı bir çocuk gelir yanı başımıza. Hava ayazdır; bazen insanların kalbi gibi. Gripli insan ararcasına, elindeki mendilleri satmaya çalışır. Oturanlara, kahve içenlere, yürüyenlere hafif bir tebessümle yaklaşır ve sorar: “Abi, mendil lazım mı?”

Mevsim soğuktur. Onun yaşıtları bu saatlerde ders çalışmaktadır. Annelerinin, babalarının sevgisiyle kuşatılmış odalarda, sıcacık evlerde… Ama o, belki ailesinin geçimi için, belki kendi yaşamını sürdürebilmek için, gecenin bir vaktinde, soğuğun gölgesinde, hafifçe çiseleyen yağmurun altında çalışmaktadır.

Kimimiz ihtiyacı olmasa da mendil alır. Kimimiz başını çevirir. Kimimiz çocuğa öfkeyle bakar; sanki suç, bir mendil satmasıymış gibi…

Oysa her birimiz farklı olanaklar içinde büyürüz. Bazılarımız mendil satan çocuktur, bazılarımız sıcak yuvasında sevgi pıtırcıkları…

İnsan, işte bu varoluşsal olanaklar içinde hayatını kurar. Davranışlarımız da tam bu süreçte biçimlenir. Aileden, çevreden, okuldan, kitaplardan öğreniriz; öğrendiklerimizle eyleriz.

Olanaklarımız ve bilgimiz, kişiliğimiz için bir eşik olur. Eylemlerimiz; bilgi ile olanaklarımız arasında şekillenir. Bu nedenle bazen fiziksel olarak gözümüz açık olsa bile göremeyiz. Hakikat, bize ancak sahip olduğumuz olanak ve bilgi kadar görünür olur.

İnsan bazen bakar ama göremez; çünkü görmek, gözden önce bir sorumluluk ister.

Platon, insanın dünyayı görmesini bilgi düzeyleriyle açıklar. Bu, doxa ile episteme arasında bir yolculuktur.

İnsan, gölgeden hakikate yürürken en çok da yolunu şaşırdığı yerde, kendisini kendisine hatırlatacak bir rahmete ihtiyaç duyar.

Davranışlarımız da bu görüş biçimleriyle şekillenir.

İşte tam bu noktada, insanı yanlıştan ve kötülükten alıkoyacak bir rahmete ihtiyaç doğar. Çünkü hepimiz aynı şeyleri görmeyiz. İster bilgimizi sorumlu tutalım ister olanaklarımızı; sonuç değişmez.

İnsan için en güçlü örnek yine insandır. O insan, tıpkı yağmurun ağacı filizlendirmesi gibi, içimizi yeşertir. İnsan için bir kılavuz olur. Bir rahmet olur...

“... Eğer Allah’ın keremi ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.”
(Bakara, 64)

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107)

Bugün Hz. Muhammed’e yabancılaşmış Müslümanların hâli, yağmurdan mahrum kalmış bir toprak gibidir; kurur, çatlar, çöle döner. Bu yabancılaşma, bize beyan edilen mesajı doğru okuyabilme olanağını da giderek zayıflatır. Hz. Muhammed’in rahmet oluşu, belki de en zahiri anlamıyla tam burada belirir. Yağmur olmadığında toprak kurur, ağaç yok olur; yok olan bir ağacın meyvesinden söz etmek ise kuşkusuz yersizdir.

Bu rahmet, bize bilgiyi eyleme dönüştürmeyi öğretir. Bizi yalnızca algılara ve ezber öğretilere mahkûm etmez. Rahmetten uzaklaşan teslimiyet, susmayı ya da körü körüne boyun eğmeyi getirir. Yine rahmetten uzaklaşan bir teslimiyet, insanı hakikate değil, kayba taşır.

Tarihte teslimiyetin ahlaki bilinçten koptuğu anlar vardır. Anlam kaybolduğunda itaat, erdeme değil, çöküşe dönüşür. Nazilerin “Muselmann” dediği hâl, iradesiz bir teslimiyetin insanı neye dönüştürdüğünü gösterir. Bu, kötülüğün değil; etik bilincin ve değer bilgisinin çöktüğü bir teslimiyet hâlidir. Bu, rahmetten eksik kalan bir sürecin kaçınılmaz sonucudur.

Bu örnek, kötülüğün gücünü değil; rahmetten yoksun teslimiyetin insanı etik özne olmaktan nasıl çıkardığını gösterir.

Rahmetsiz teslimiyet, insanı kendi etik değerlerinden koparır. İnsan, içindeki merhameti yitirir. Sorumluluk duygusu silinir. Bunun sonucunda değer bilgisi çöker.

“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum!”

Âkif’in bu dizeleri, teslimiyetin ancak bilinçle ve rahmetle birleştiğinde değerli olduğunu; aksi hâlde insanı araçsallaştıran bir itaate dönüştüğünü gösterir.

Sezgi yönü gösterir; ancak bilgiyle temellendirilmediğinde ya eylemsiz kalır ya da yanlış bir eyleme dönüşür.

Bu noktada Max Scheler ile bağ kurulur. Scheler’e göre değerler sezgisel olarak kavranır; Kuçuradi’ye göre ise etik, bilgiyle ayırt edilir ve temellendirilir.

Bir çocuk üşürken içimiz sızlıyorsa bu Scheler’dir. O çocuğa nasıl davranmamız gerektiğini bilerek eylemek ise Kuçuradi’dir.

Bilginin eylemle buluştuğu yer, insanın hayat serüveninde hakikate açılan bir eşiktir.
Belki de insan, sezdiğini bilgi ile hayata aktarmakla yükümlüdür.

Hz. Muhammed bu eşikte, etik bilinci toplumsal ve siyasal hayata taşıyan bir kurucu olarak görünür. Dağda başlayan ses, şehirde bir düzene; vahiy, hayata yön veren bir ahlâka dönüşür.

Kur’an en büyük kaynaktır; ancak her insan onu kendi olanakları ölçüsünde anlar. Yanlış anlatılar ve anlamalar kaçınılmaz olarak yanlış davranışlara yol açar. Bu yüzden sünnet önemlidir. Rahmet soyut bir merhamet değil; insanın insana nasıl davranacağını gösteren yaşanmış bir etiktir.

Bir sonraki yazımızda, Hz. Muhammed’in bir devlet kurması üzerinden tin, etik ve özgürlüğün tarihsel bir forma nasıl kavuştuğunu konuşacağız.

Çünkü rahmet, hakikatin hayata değmiş hâlidir. Ve bütün bu sözler, düşüncede kalmaz; bedende, harekete, bir titreyişe dönüşür.

Kıpırda

Hayat: Durup düşünmektir bazen; ciğerlerinin en derinine işleyecek
bir derin nefes. Küsüp darılmaktır bazen; kendi değerini bilerek eylemek. En nihayetinde kıpırdamaktır; içimizdeki en küçük titreşimi
hayata göstermek. Haydi, kıpırda. Kurtul. Seni sana yabancı kılan

kabuktan. Bir kez daha kıpırda. Haydi, kıpırda. Kurtul. Sende sana engel olan o yabancı kabuktan…

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.