“Âşık olduğum zamanlarda
Şiir yazmak adetim değildi.
Halbuki asil şaheserimi
Onu en çok sevdiğimi
Anladığım zaman yazdım.” Orhan Veli, Şaheserim
Onu sevmeyen yoktur; sadeliği herkese ulaşır. Dizeleri, İstanbul’u gözü kapalı duyurur. “Anlatamıyorum” suskun bir şekilde konuşturur, “Sereserpe” yaz ortasında serin bir nefes olur. “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya?” günümüz insanın hali budur. Orhan Veli bir gariptir; bu sadelikte yaşam derinlik bulur.
Bu dizeler, akışta bir duraktır; okuru hem içe hem şimdiye çağırır. Bir yol uzanır: “Tanışma” ile başlar, “Yeni” ve “İyi” ile ilerler, bizi An’lara, yani Zam-an’a taşır. Kelimeler ile muhabbetimize zam-an’da katılır. An’da “anlam” başka an-lamlar kazanır.
“Zam–an” iki yüz taşır: “Zam”, sonsuzca akan bir nehir; evrenin, yaşamın bitmeyen devinimi. “An”, donmuş bir kristal; bilinçle parlayan, hakikatin görünür hali. Nehir akar, kristal yanar; akışın içinde duruş, duruşun içinde akış var. An-lamak artık bizim için idrak etmekten fazlasıdır; hakikatin varlığını sunar.
Ama zaman tek yüzle anlatılamaz. Kimi an göl gibi donar; nefes kesilir, düşünce susar. Ruhumuz bu anlarda sonsuzluğu kavrar. Kimi an karanlık bir ırmak gibi coşar; her saniyesi yakar, her dakikası sorgular. Bedenimiz bu anlarda yok oluşu arar.
Zaman içimizden biri değildir. Kendi hakikatini bilir. Her damlası ayrı bir âlem, her dalgası yeni bir doğumda gizlidir. Varlık kendini bir kaybeder, bir buldurur.
İbnü’l-Arabî varlığı an’a sorar: var mıdır geçmiş, var mıdır gelecek? An dediğimiz olabilir mi hem geçmiş hem gelecek? Evren, her nefeste ‘Ol’ emriyle yenilenecek. Zaman ve mekân kendini Planck aralığında yeniden arar. Bu evren bir ilahi perde; her an açılan bir sahne. Ekran sonsuz defa yenilenir, perdeyi titretir, sahne yenilenir; hakikat, her nefeste yeniden simulte edilir. O her an yaratma halindedir. Ol emrinin tecellisidir.
Evrenin dokusu bükülür; zaman, mekânın liflerinde var olur. Işık foton foton yol sorar, gölgeye dokunur, sırla dolar. Kütlenin eğdiği zaman yavaş akar. Bir gölgedir duyular, akışı aynı yorumlar. İnsana bu çerçeve, yanılgısını sunar.
Heidegger bu yankıya yeni bir ses katar. Zaman, ufukta açılan bir yara; ışıkla parlar. İnsan, bu yaradan sızan ışıkla sonluluğunu duyar. Geçmiş ardımızda gölge, gelecek önümüzde sis. ‘Şimdi’ ışığın suya değdiği bir köprü; köprü titrer, çağırır. İnsan, o köprüde hem varlığın özünü hem de sonluluğunu duyar. O köprüden geçen, kendi hakikatine adım atar; An, varlığı sessiz çığlıkla sarar.
Ve biz anlarız: zaman yalnızca akmaz; bizi yoğurur, varlığı biçimler. Geçmiş bir gölge, gelecek bir yankı; hakikat yalnızca “şimdi” de saklı.
Sonra… nehir bir an durur, an çözülür. Tekil bir An parlar, sema yankılanır. Nehir tekrar akar, kristal tekrar donar. Köprü titrer, ışık çağlar; insan, varlığın özünde hakikatine bakar. Tek bir nefes, evreni aşkla yeniden kurar.
Görünür kıl–an,
Hakikate sal–an,
Zam-anı mek-ânı sorgulat–an.
Bir şiir ile mısrasında sır arat-an
Ve bir an olur; an’ı an ol-an.
Var ol–an,
Her bir an,
Sonsuz bir zam–an.
An be an çoğal–an.
Mek-ânı zam–an da var kıl–an,
Her an vuku bul–an.
Amansız bir seziş var edecek;
Sonsuz bir bekleyişi,
Ol aşk ile var edecek;
Beni, seni, her şeyi.