Theodore Roosevelt’in yıllar önce söylediği bir cümle, bugün belki de hiç olmadığı kadar güncel ve sarsıcı:
“Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma bir bela kazandırmak demektir.”
Bu söz, bir dönemin eğitim anlayışına yöneltilmiş basit bir eleştiri değildir. Aksine, bugünün dünyasına tutulmuş sert ama dürüst bir aynadır. Çünkü bugün toplumların yaşadığı temel kriz, bilgi eksikliği değil; ahlak ile akıl arasındaki bağın kopmuş olmasıdır.
Diplomalarımız var, sertifikalarımız var, ekranlar dolusu bilgiye sahibiz. Ama buna rağmen neden güven duygusu zayıf, neden empati kırılgan, neden adalet her geçen gün daha çok tartışılıyor? Belki de asıl sorunun cevabını yanlış yerde arıyoruz. Sorun insanın ne bildiği değil; bildiğiyle ne yaptığı.
VİCDANIN DOĞDUĞU YER
İnsan, önce düşleyerek insandır. Düşlemek sadece hayal kurmak değildir; başkasının yerine kendini koyabilme cesaretidir. Bir çocuğun gözünden dünyaya bakabilmek, yaşlı bir insanın yalnızlığını hissedebilmek, bir başkasının acısını kendi kalbinde duyabilmektir.
Bugün çocuklara çok erken yaşta şunu öğretiyoruz: Başarılı ol, kazan, öne geç, fark yarat. Ama nadiren şunu söylüyoruz: iyi ol, adil ol, merhametli ol. Düşleme yetisini erken kaybeden birey, zamanla başkasının hayatını da görmez olur. Empati zayıflar, vicdan susar.
Düşleyen insan, henüz eyleme geçmeden önce durup sorar: “Benim yaptığım, başkasının hayatında neye karşılık geliyor?” İşte ahlak tam da bu soruda filizlenir. Düşlemeyen insan ise sadece kendi çıkarına odaklanır. Böyle bir zihin, ne kadar parlak olursa olsun eksiktir.
AKIL MASUM DEĞİLDİR
Toplum olarak sıkça şu yanılgıya düşeriz: Düşünen insan iyidir. Oysa tarih ve günlük hayat bize şunu defalarca göstermiştir: Akıl tek başına masum değildir. Vicdanla denetlenmeyen akıl, en tehlikeli araç hâline gelebilir.
Bugün “bilgili” ama adaletsiz yöneticiler, “zeki” ama duyarsız profesyoneller, “eğitimli” ama sorumluluk almayan bireyler görüyoruz. Çünkü eğitim çoğu zaman sadece “nasıl yapılır” sorusuna odaklanıyor. Oysa asıl hayati soru şudur: “Bu yapılmalı mı?”
Düşünen insan sorgular. Ama sorgulama sadece karşısındakini eleştirmek değildir; önce kendine dönmektir. Düşünce, ahlaki bir çerçeveyle birleşmediğinde güç üretir ama yön üretmez. Güçlü ama yönsüz akıl ise toplumlar için bir risktir. Roosevelt’in “bela” dediği şey tam olarak budur.
BİLGİNİN DAVRANIŞA DÖNÜŞTÜĞÜ AN
Değişim kolaydır. Dönüşüm zordur. Değişmek, yeni bilgiler edinmekle mümkündür. Ama dönüşmek, davranış değiştirmeyi gerektirir. İşte bu noktada ahlak belirleyici olur.
Dönüşen insan, bildiğini sadece kendi çıkarı için kullanmaz. Bilgisini faydaya, gücünü sorumluluğa dönüştürür. Hata yaptığında inkar etmez, yüzleşir. Konfor alanı sarsıldığında kaçmaz, öğrenir.
Bugün birçok insan “neden toplum bozuluyor?” diye soruyor. Belki de soruyu tersinden sormalıyız: Biz ne zaman dönüşmeyi bıraktık? Bilgi arttı ama olgunluk neden artmadı? Çünkü ahlak, eğitim sisteminin tali bir unsuru hâline geldi. Oysa ahlak olmadan dönüşüm olmaz.
NEDEN TOPLUMA ‘BELA’?
Roosevelt’in kullandığı “bela” kelimesi serttir ama bilinçlidir. Ahlaken eğitilmemiş zihinler, sadece bireysel hatalara yol açmaz; toplumsal çöküşü hızlandırır. Çünkü bu zihinler: Gücü sorumlulukla değil, çıkarla kullanır. Bilgiyi adalet için değil, üstünlük için araçsallaştırır. Başarıyı emekle değil, her yolu mubah görerek elde etmeye çalışır
Böyle bir toplumda güven kaybolur. İnsanlar birbirinden şüphe eder. Kurumlar yıpranır, ilişkiler zayıflar. Cehaletle mücadele etmek kolaydır; ama ahlaksız zekayla mücadele etmek çok daha zordur.
ÜÇLÜ DENGENİN ÇAĞRISI
Bugün ihtiyacımız olan şey daha fazla bilgi değil; daha bütünlüklü insan anlayışıdır. Düşleyen, düşünen ve dönüşen insan birlikte var olmadıkça, eğitim eksik kalır.
Düşleyen insan vicdan üretir. Düşünen insan anlam üretir. Dönüşen insan sorumluluk üretir.
Bu üçü bir araya gelmediğinde, toplum sadece hızlı değil; kırılgan da olur. Belki de artık çocuklarımıza ve kendimize şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir:
Biz başarı mı yetiştiriyoruz, yoksa insan mı?
Eğitim, sadece meslek kazandırmak değildir. Eğitim, emanet taşıyabilecek bireyler yetiştirme sorumluluğudur. Akıl değerlidir ama ahlakla birleşmediğinde eksiktir. Ve eksik bırakılan her zihin, farkında olmadan topluma bir yük hâline gelir. Bugün yeniden düşünmemiz gereken tam da budur: İnsanı sadece zihnen değil, ahlaken de eğitebildiğimiz bir geleceği nasıl kuracağız?
Cevap belki de sandığımızdan daha yakındır. Önce düşlemeyi hatırlayarak. Sonra düşünmeyi derinleştirerek. Ve en önemlisi, dönüşmeyi göze alarak.