Bir ülkenin bağımsızlığı artık yalnızca sınırlarını korumakla ölçülmüyor. Bugün egemenlik, görünmez bir alanın içinde şekilleniyor: dijital altyapı. Her gün elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlar, sadece bir iletişim aracı değil; adeta modern çağın “cep boyutunda devletleri.” İçinde kim olduğumuzu, ne düşündüğümüzü, kiminle görüştüğümüzü, hangi şehirde bulunduğumuzu barındırıyor. Bu nedenle akıllı cihazlara hâkim olmak, artık sadece teknoloji değil, milli güvenlik meselesi hâline geldi.
Türkiye, son yıllarda yerli üretim atılımlarında önemli adımlar attı. Savunma sanayisinde olduğu gibi iletişim teknolojilerinde de kendi gücünü yaratma hedefi giderek daha çok dillendiriliyor. Ancak ne yazık ki bugün hâlâ cebimizde taşıdığımız telefonların büyük kısmı “Türkiye’de monte edilmiş” ama “dünyada üretilmiş” cihazlardan oluşuyor. Dışarıdan gelen işlemciler, yabancı yazılımlar, ithal entegre devreler… Kısacası cihaz bizim, ama beynini başkaları yazıyor.
Bu tablo, sadece teknolojik değil, stratejik bir soruya dönüşüyor: Bir ülke, kendi iletişim altyapısını kontrol edemiyorsa, ne kadar bağımsız sayılır?
GÖRÜNMEYEN BAĞIMLILIKLAR
Görünürde bir üretim hattı kurmak kolaydır; montaj bantları, paketleme tesisleri, etiketlerde “Made in Türkiye” yazıları…
Fakat asıl mesele içeridedir: işlemci çekirdeği, işletim sistemi, modem yongası, veri trafiğini yöneten protokoller. Bunların çoğu başka ülkelerin denetiminde olduğunda, dışa bağımlılık sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir kırılganlık yaratır.
Tarihte bu kırılganlığın sonuçlarını defalarca gördük. Bazı ülkelerin, kriz dönemlerinde diğer ülkelere teknoloji ihracatını durdurması; bazı yazılım devlerinin belirli ülkelere uygulama erişimlerini engellemesi gibi örnekler, “dijital ambargo” kavramını doğurdu. Bu nedenle haberleşme, artık sadece bireysel mahremiyet değil, ulusal egemenliğin dijital sınırıdır.
Türkiye bu gerçeği geç fark etmedi. Ancak bugüne kadar yapılan çalışmalar çoğunlukla montaj düzeyinde kaldı. Vestel Venus, General Mobile, Reeder gibi markalar önemli adımlar attı; fakat bu girişimler bileşen bazında tam bağımsızlık sağlayamadı. Birkaç markanın “Türkiye’de üretildi” ibaresi taşıması, teknolojik anlamda “yerli” olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü bir telefonun içindeki en kritik bileşenler — işlemci, modem, güvenlik çipi — hâlâ dışa bağımlı durumda.
NEDEN ZOR, AMA NEDEN GEREKLİ
Akıllı cihazlarda tam yerli üretim, bir ülkenin teknolojik olgunluğunu temsil eder. Bu, tıpkı kendi kalemini üretmekle kendi alfabenizi yaratmak arasındaki fark gibidir. Kalem bir araçtır, ama alfabe kültürün temelidir.
Tamamen yerli bir akıllı telefon üretmek, işlemciden ekran paneline, yazılımdan sensörlere kadar milyarlarca dolarlık yatırım gerektirir. Ancak mesele sadece para değildir; bilgi ekosistemi meselesidir. Mikroçip tasarımı, fotolitografi teknolojisi, güç yönetim sistemleri, güvenli yazılım geliştirme altyapısı gibi onlarca alanın birbirine entegre çalışması gerekir.
Buna rağmen imkânsız değildir. Güney Kore, 1990’larda benzer bir stratejiyle yola çıktı. O yıllarda Samsung ve LG, Japonya’dan teknoloji ithal eden sıradan üreticilerdi. Bugün ise hem donanımda hem yazılımda dünya devleri oldular. Aynı dönüşüm, uzun soluklu planlama ve ulusal koordinasyonla Türkiye için de mümkündür.
AKILLI BAĞIMSIZLIK İÇİN YOL HARİTASI
İlk adım, “yerli üretim” kavramının içini doğru tanımlamak olmalı. Sadece montaj değil, tasarım, patent, yazılım ve güvenlik süreçlerini kapsayan bütüncül bir üretim modeli oluşturmak gerekiyor.
Bu da üç aşamada yapılabilir:
KRİTİK BİLEŞENLERİN MİLLİLEŞTİRİLMESİ:
Öncelikle güvenlik çipleri, modem devreleri ve işletim sistemi katmanları gibi stratejik parçalar yerli olmalı. Çünkü bu alanlar, dış müdahaleye en açık noktalar.
GÜVENLİ YAZILIM EKOSİSTEMİ:
Açık kaynak kodlu ve denetlenebilir sistemler kullanılmalı. Böylece kullanıcı verisi, ulusal veri merkezlerinde tutulur; dışa açık arka kapılar kapatılır.
YERLİ MÜHENDİSLİK KÜLTÜRÜ:
Üniversitelerde mikroelektronik, gömülü sistemler ve haberleşme güvenliği alanlarında uzman yetiştirmek uzun vadeli başarının anahtarıdır.
Bu adımların her biri, yalnızca teknolojik değil, kültürel bir dönüşümü de beraberinde getirir. Çünkü üretmek sadece bir cihaz yapmak değil, bir zihniyet inşa etmektir.
DİJİTAL ÇAĞDA YENİ MİLLİYETÇİLİK
Bugün milliyetçilik sadece sınır çizmek değil, dijital alanda kendi sınırlarını koruyabilmektir. Verinin, kodun, algoritmanın kim tarafından üretildiği; hangi ülkenin sertifikasıyla çalıştığı; hangi sunucuda depolandığı artık bir güvenlik sorusudur.
Eğer cep telefonumuzun kamerası, mikrofonu ya da GPS’i bizim kontrolümüzde değilse, fiziksel bağımsızlığımız kadar dijital bağımsızlığımız da sorgulanabilir. Bu yüzden “akıllı bağımsızlık”, geleceğin ulusal güvenlik politikalarının anahtarı olacaktır.
Türkiye’nin burada izlemesi gereken yol, ne tamamen dışa kapanmak ne de koşulsuz ithalata dayanmak olmalıdır. Bunun yerine, “akıllı bağımsızlık” yaklaşımıyla, kritik teknolojileri yerli üretirken uluslararası iş birliklerini stratejik şekilde yönetmek gerekir.
ELİMİZDEKİ TELEFON, CEBİMİZDEKİ GELECEK
Akıllı telefonlar, artık sadece bir iletişim aracı değil; bir ülkenin bilgi gücünün aynası. Bugün kullandığımız cihazlar, kimin verisini kime teslim ettiğimizi de belirliyor. Bu yüzden geleceğe bırakacağımız en değerli miras, sadece bir yerli marka değil, yerli düşünme biçimi olmalı.
Eğer bir gün elimizdeki telefonun tüm parçaları, tüm kodları ve tüm mimarisi Türk mühendislerinin imzasını taşıyorsa; işte o zaman gerçekten “akıllı” bir ülke olduğumuzu söyleyebiliriz. Çünkü dijital çağda gerçek bağımsızlık, artık sınırda değil, cebimizde başlıyor.