Bir yanda doğayı sarsan alevler, diğer yanda gökyüzünde yükselen savunma projeleri… Türkiye, aynı anda iki büyük sınavla yüzleşiyor: Doğal afetler ve güvenlik ihtiyaçları.
Temmuz ayının ikinci yarısında İzmir’den Sakarya’ya kadar uzanan geniş bir hatta çıkan yangınlar, binlerce hektarlık ormanı ve çok sayıda yerleşim alanını etkiledi. On binlerce vatandaşımız evlerinden tahliye edildi, fedakârca çalışan ekipler günlerce durmadan yangınla mücadele etti. Bu olaylar bir kez daha gösterdi ki, iklim değişikliğiyle birlikte afet yönetimi ve hazırlık politikaları artık stratejik bir konu hâline gelmiştir.
AFETLERİN HATIRLATTIĞI GERÇEK
Ormanlar yalnızca ağaçlardan ibaret değildir; biyolojik çeşitliliğin ve toprağın sigortasıdır. Bu nedenle yangınların açtığı yaralar sadece doğada değil, toplumun vicdanında da derin izler bırakır. Afet yönetimi alanında bilimsel planlama, erken uyarı sistemleri ve dayanıklı şehirler konusundaki çalışmalar, ülkenin gelecekteki güvencesi hâline gelmiştir.
GÖKYÜZÜNDEKİ HAMLELER
Tam da bu günlerde Türkiye, hava gücünü güçlendirmek ve bağımsız savunma kapasitesini artırmak amacıyla önemli bir adım daha attı. Birleşik Krallık ile yapılan Eurofighter Typhoon anlaşması ve yerli savunma sanayisinin öncü projeleri KAAN uçağı, MUGEM gemisi ve İHA teknolojileri bu alandaki uzun vadeli kararlılığın göstergesi oldu. Bu tür adımlar, ülkenin savunma ve caydırıcılık stratejisinin bir parçası olarak görülmelidir.
İKİ FARKLI CEPHE, TEK BÜTÜNCÜL GÜVENLİK ANLAYIŞI
Aslında bu iki gündem yangınlar ve savunma hamleleri birbirinden ayrı değil, tamamlayıcıdır. Güvenlik artık sadece sınırları korumak değil; afetlere dayanıklı şehirler, doğal kaynakların korunması, su ve gıda güvenliği gibi geniş bir çerçeveyi kapsar. Gökyüzünde yükselen teknoloji, aynı zamanda yangın ve diğer doğal afetlerle mücadelede de önemli bir destek aracı olabilir.
GELECEK İÇİN ORTAK ZEMİN
Yangın bölgelerinde görev yapan bir ekip liderinin “Gökyüzü sadece savunma için değil, yaşatmak için de kullanılmalı” sözü, aslında yeni bir güvenlik yaklaşımının ipuçlarını veriyor. İnsansız hava araçlarının, yüksek çözünürlüklü uydu sistemlerinin ve teknolojik altyapının afetlerle mücadelede daha etkin kullanılması, önümüzdeki dönemin önemli bir hedefi olmalıdır.
KURUCU BİR DÖNEM
Bugün Türkiye, aynı anda iki farklı sahada sınanıyor: Bir yanda iklim değişikliğiyle ağırlaşan doğal afetlerin yarattığı yıkıcı etkiler, diğer yanda hızla değişen küresel dengelerin getirdiği stratejik sorumluluklar. Bu tabloyu yalnızca bir kriz dönemi olarak görmek eksik olur; aslında önümüzde duran süreç, ülkenin önümüzdeki on yıllarını şekillendirecek kurucu bir dönemdir.
Savunma sanayii alanındaki yatırımlar, artık sadece bir teknoloji hamlesi değil; ülkenin bağımsızlığını ve caydırıcılığını pekiştiren uzun soluklu bir vizyonun parçasıdır. Gökyüzünde yükselen her yeni proje, dışa bağımlılığı azaltan ve kendi ayakları üzerinde duran bir Türkiye hedefinin somut adımıdır. Bu adımlar, sınır güvenliğinden öte, uluslararası arenada daha güçlü bir sesin de zeminini oluşturur.
Aynı zamanda afetlere karşı güçlü bir hazırlık ve koruma sistemi de en az bu projeler kadar stratejik bir değer taşır. Yangınlara, sellere, kuraklığa, depremlere dayanıklı bir ülke inşa etmek; savunma kadar hayatidir. Çünkü afetlerle baş edebilen bir toplum, sosyal ve ekonomik direncini de korur. Bu nedenle artık afet yönetimi ile savunma yönetimi, aynı stratejik bakışın iki tamamlayıcı parçası olarak görülmelidir.
Bugünün dünyasında güvenlik kavramının anlamı değişti. Güvenliğin kapsamı yalnızca sınırların korunmasıyla sınırlı değil; insanımızı, doğamızı, şehirlerimizi ve kültürel değerlerimizi bir bütün olarak kapsayan geniş bir anlayışı gerektiriyor. Asıl başarı, bu iki alanın teknolojik savunma ve afetlere direnç birbiriyle uyumlu şekilde ilerlemesinde yatıyor.
Bu bütüncül yaklaşım benimsendiğinde Türkiye, hem gökyüzünde hem de yeryüzünde daha güvenli, daha güçlü ve daha özgüvenli bir geleceğe yürüyecektir.