Hava Durumu

Bilim İngilizceye sığmaz

Yazının Giriş Tarihi: 11.07.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.07.2025 00:05

Akademide sık sık duyduğumuz bir ön kabul vardır: "İngilizce bilmeyen bilim yapamaz." Bu ifade öylesine içselleştirilmiştir ki, yükseköğretim sistemimizde neredeyse resmi bir kanaate dönüşmüştür. Yüksek lisans ve doktora kabulünden akademik yükseltmelere kadar, bilimsel yetkinliğin birinci ölçütü haline gelen İngilizce, artık yalnızca bir iletişim aracı değil, adeta bir bilim yapma vizesi gibi görülmektedir. Oysa bu yaklaşım, bilimin evrensel ruhuyla çelişir. Çünkü bilim, bir dil değil; bir düşünce biçimidir.

Bilim, doğayı ve toplumu anlamaya dönük sistematik bir çabadır. Bu çabanın hangi dilde yapıldığı, içeriğin değerini belirlemez. Türkçe, Arapça, Japonca ya da Yunanca… Eğer ortaya konulan bilgi, eleştiriye açık, test edilebilir ve tutarlıysa; bilimdir. Hangi kelimelerle ifade edildiği, bilimsel niteliği değil, yalnızca paylaşım biçimini etkiler. Ama gelin görün ki, Türkiye’de birçok akademisyen yalnızca dil bariyeri nedeniyle potansiyelini gerçekleştiremeden sistemin kıyısına itiliyor.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve üniversiteler, yabancı dil yeterliliğini uluslararasılaşma açısından savunuyor olabilir. Ancak bu savununun, bilimsel üretimi önceliklendiren bir sisteme değil; yayın baskısına, biçimsel başarıya ve dışsal ölçütlere dayalı bir kariyer anlayışına dönüştüğü bir ortamdayız. Ve bu ortamda İngilizce, içerikten bağımsız bir "ön koşul" haline gelmiş durumda.

Oysa sorulması gereken temel soru şudur: Bir akademisyen, araştırma yapma becerisine, eleştirel düşünme yetisine ve bilimsel bir sezgiye sahipse, dil bilgisi eksikliği onun düşüncesini geçersiz mi kılar? Yoksa sadece görünmez mi hale getirir? İşte asıl mesele burada başlıyor. Bugün Türkiye’de birçok akademisyen, buluşun eşiğinde dururken sadece İngilizce yeterliliği olmadığı için dinlenmiyor, duyulmuyor, değerlendirilmiyor. Bu durum, sadece bireysel değil, toplumsal bir kayıptır.

Bir de madalyonun diğer yüzü var: Dilsel yeterlilik ile bilimsel yeterlilik çoğu zaman aynı kişide bulunmayabilir. Kimi araştırmacı sahada, laboratuvarda, matematiksel modellemede harikalar yaratırken; yazılı ifade konusunda zorluk yaşayabilir. Bu, eksiklik değil; sadece farklı bir zekâ profilidir. Howard Gardner’ın Çoklu Zekâ Kuramı bize, herkesin farklı alanlarda potansiyel taşıdığını anlatır. Kimisi dilsel zekâda, kimisi görsel-uzamsal düşünmede, kimisi ise mantıksal akıl yürütmede güçlüdür. Akademi, bu farklılıklara alan açmak yerine herkesi aynı kalıptan geçirmeye çalışırsa, özgün bilimsel üretimden mahrum kalır.

Burada sistemin yapısal bir yanılgısıyla karşı karşıyayız. Uluslararası yayınlar, kuşkusuz bilimsel görünürlük açısından önemlidir. Ancak bu önem, yerel düşüncenin bastırılması ya da ana dilde bilimsel üretimin dışlanması anlamına gelmemelidir. Aksine, bilimsel çeviri ve editörlük gibi profesyonel desteklerle yerel düşüncenin evrensele aktarılması teşvik edilmelidir.

Bilim yalnızca İngilizce konuşanların tekelinde değildir. Einstein görelilik kuramını Almanca yazdı, Mimar Sinan camilerini Türkçe düşünerek inşa etti. Bilimin değeri, onun hangi kelimelerle yazıldığına değil, hangi gerçeğe dokunduğuna bakılarak ölçülmelidir.

Bugün Türkiye’de bilim insanı olmanın önündeki en büyük engellerden biri İngilizce değil; sistemin bilimi yalnızca şekliyle değerlendirmesidir. Bilim, görünür olan değil; anlamlı olandır. Görünürlüğü sağlayacak olan şey dildir; ama anlamı sağlayacak olan şey düşüncedir. Ve düşünce, hiçbir dile hapsedilemez.

O yüzden sormamız gerekiyor: Bilim, bir dil sınavının arkasında bekletilecek kadar sıradan bir şey midir? Yoksa her aklın, her yüreğin ve her kültürün ortak hakkı mıdır?

Benim cevabım net: Bilim, herkesin hakkıdır. Ve bu hak, yalnızca İngilizce bilenlerin değil; düşünebilen, sorgulayabilen, katkı sunabilen herkesindir.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.