Deprem…
Sarsıntı başladığında duvarlar değil, hayatlar çatlar.
Bir şehir yıkılırken, sessizliğin içinden yükselen tek şey, yardım çığlıklarıdır. Fakat o çığlıkların arasına bir başka ses karışır bazen: Çıkarın sesi. Birileri elindeki kürekle taş kaldırırken, birileri ellerini ovuşturur. Birileri “nasıl yardım edebilirim” diye düşünürken, birileri “buradan ne kazanabilirim” hesabına girer. Deprem, bir kez daha sadece toprağı değil, insanlığın vicdanını da sarsar.
Ahlaki Çöküntünün Enkazı
Yıkılan binalardan geriye sadece beton yığınları kalmaz; ahlaki enkaz da onların altında gizlidir. Deprem anında canını ortaya koyanların yanı başında, fırsat kollayanlar belirir. Yardım tırlarını yönlendiren gönüllülerin ardında, yardım kolilerini zimmetleyen eller uzanır. Bir yanda insanlık dersi verenler, diğer yanda bu ülkenin acısından kar elde etmeye çalışan halk düşmanları.
Bu insanlar, sadece bir yardım malzemesini çalmazlar; bir ulusun dayanışma inancını çalarlar. Çünkü bu topraklarda en büyük yıkım, fay hattı üzerinde değil, vicdan hattı üzerinde yaşanır.
Bir Ekmek, Bir Utanç
Deprem bölgesinde çekilmiş bir fotoğraf… Bir çocuk, elinde yarısı yenmiş bir ekmek tutuyor. Gözlerinde hem açlık hem utanç.
Yanında, yardım kolilerinden çıkan yiyecekleri kamyonuna yükleyen bir adam. Birinin midesi dolarken, diğerinin insanlığı boşalıyor. İşte o an, anlıyoruz ki felaketin büyüğü doğadan değil, insandan geliyor.
Deprem, kimimizi birleştirirken, kimimizi ayırıyor. Kimimiz yıkılan duvarların önünde dua ederken, kimimiz yıkıntılardan çıkarılacak fırsatları bekliyoruz. Ve her defasında, ahlakın enkazı biraz daha derinleşiyor.
Rantın Gölgesinde İnsanlık
Depremin hemen ardından ilan edilen “yeniden yapılanma” seferberlikleri… Güzel bir kelime: Yeniden yapılanma.
Ama ne yazık ki çoğu zaman yeniden yapılanan şey vicdan değil, rant düzenidir. Yeni imar planları çizilirken, haritaların üzerinde sadece bloklar, metrekareler değil, insanların umutları da pazarlanır. Yıkılmış şehirlerin küllerinden, yeni zenginlikler doğar.
Bir yanda hâlâ yakınlarını arayan insanlar, diğer yanda yeni ihalelerin peşinde koşanlar. Biri yas tutarken, diğeri “bu fırsat bir daha gelmez” diyor. Oysa her kazmanın indiği yer, bir çocuğun oyuncağının gömülü olduğu yerdir.
Her yeni projenin altında, bir ailenin yıkılmış hikâyesi vardır. İşte bu yüzden, rantın yükseldiği yerde insanlık susar.
Kanunsuzluğun Sessizliği
Bu tür ahlaksızlıkların karşısında güçlü yasalarımız olmalıydı, ama yok. Yardım malzemesini satan da, depremzedenin çaresizliğini kullanan da çoğu zaman cezalandırılmıyor.
Yasalar sustukça, hırsızlık meşrulaşıyor. Ahlak, devletin gölgesinde değil, halkın yüreğinde yaşar. Ancak o yürek, korkudan ya da umutsuzluktan sustuğunda, kötülük kök salıyor. Oysa sessiz kalmak, görmezden gelmek, o suça ortak olmaktır. Bir ülkenin onuru, enkazdan çıkarılan altınlarla değil, korunan vicdanlarla ölçülür.
Halk Düşmanları
Halk düşmanı sadece silah taşıyan değil; insanların acısını ticarete çevirendir. Deprem bölgesinde bir kutu sütü fahiş fiyata satan da, yardım kolilerini zimmetine geçiren de aynı kefededir. Onlar, bir ulusun moralini çökerterek ülkesine en büyük zararı verir.
Halk düşmanı, silahsız bir katildir; öldürdüğü şey, güven duygusudur. Bu ülke nice felaketleri atlattı. Ama hiçbir fay hattı, çıkarın fay hattı kadar yıkıcı olmadı.
Vicdanın Yasası
Deprem, aslında bir sınavdır. Doğa bize “hazır mısın” diye sormaz, ama insan kendi kendine sormalıdır: Ben ne kadar insanım? Bir kurtarma görevlisi, toz içinde kalarak bir çocuğu enkazdan çıkarır.
Aynı anda, bir başkası o kurtarılan çocuğun battaniyesini çalar. İşte o fark, bir ülkenin geleceğini belirler. Vicdanın yasası yazılı değildir ama çiğnendiğinde, bir toplumun geleceği susar. Gerçek adalet mahkemede değil, kalplerde başlar.
Yeniden İnşa Ahlakla Başlar
Depremler bu coğrafyanın gerçeği. Ancak asıl tehlike, binaların değil, değerlerin çöküşü. Yeniden inşa etmek sadece beton dökmekle olmaz; önce ahlakın temeli atılmalıdır.
Her afet sonrası aynı cümleyi duyuyoruz: “Bir daha böyle olmayacak.” Ama oluyor. Çünkü binaları sağlamlaştırıyoruz, ama vicdanı güçlendirmiyoruz.
Oysa gerçek direniş, sağlam kolonlarla birlikte, sağlam karakterlerle mümkündür. Bu ülkenin yeniden ayağa kalkması için yeni yasalar, yeni bütçeler değil, yeniden dirilmiş bir vicdan gerekir.
Ve belki o zaman, yıkıntıların altından sadece cansız bedenler değil, insanlık da kurtulur.