Hava Durumu

Görmediğimiz tehlikeler, duyulmamış uyarılar

Yazının Giriş Tarihi: 13.12.2025 00:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 13.12.2025 00:07

Günlük hayatımızda, aslında hepimizin duyduğu ama çoğu zaman önemsemediği bir “sessiz alarm” var. Bu alarm, ne siren çalıyor ne de gözümüzü korkutacak bir işaret veriyor. Ama şehirlerin sokaklarında, evlerimizin içinde, iş yerlerinde, okullarda, asansörlerde, trafikte, bir yangın merdiveninin arkasında duran kilitte… Kendini küçük küçük hissettiriyor. Çünkü tehlike artık bağırarak gelmiyor; fısıldayarak yaklaşıyor.

Bu ülkenin insanları yıllardır bir zincir gibi birbirine eklenen ihmallerin sonuçlarını yaşıyor. Ve o zincirin her halkasında aynı cümle dolaşıyor:

“Bu nasıl oldu?”

Cevap aslında basit: Çünkü biz tehlikeyi, “olay olduktan sonra” konuşmayı alışkanlık hâline getirdik.

YAPAY DENETİMİN GERÇEK YÜZÜ

Türkiye’de en büyük sorunlardan biri denetimin bir belge meselesine dönüşmüş olmasıdır. Tabelanın asılması, evrakın dolması, müfettişin formu işaretlemesi… Her şey kâğıt üzerinde kusursuz görünür. Ama sahaya indiğinizde durum değişir.

Bir yangın merdiveni vardır ama kapısı kilitlidir. Bir asansör bakımlı görünür ama fren sistemi yıllardır değişmemiştir. Bir işletme hijyen belgesi almıştır ama arka mutfak kimsenin görmek istemediği bir fotoğraf gibidir.

Toplum bu saydam olmayan denetim alışkanlığını artık ezbere biliyor. Çünkü her felaketten sonra aynı sahneyi görüyoruz: Yetkililer gelir, açıklamalar yapılır, “soruşturma başlatıldı” denir, kamuoyu bir süre konuşur… Sonra unutulur.

İşte bu unutma döngüsü, Türkiye’nin en görünmez ama en yıkıcı tehlikesi.

GÜVENİN SESSİZ EROZYONU

Bir ülkede art arda gelen kazalar, zehirlenme vakaları, yangınlar, servis faciaları yaşanıyorsa toplum doğal olarak gözünü yöneten güçlere çevirir. Çünkü devletin temel görevi, vatandaşını korumaktır.

Yaptırımlar etkisiz kaldığında halkın zihninde şu soru belirir: “Bizi kim koruyor?” Bu soru açık bir öfkenin değil, kırılmış bir güvenin ifadesidir.

Toplum, devlete duyduğu güveni kaybettiğinde yalnızca iktidar değil, tüm kurumlar zayıflar. Çünkü güven, bir kez erimeye başladığında geri dönüşü çok zordur. Türkiye’de son yıllarda yaşanan olaylar, halkın giderek “ben kendi kendimi korumalıyım” duygusuna yöneldiğini gösteriyor. Bu, demokratik ülkelerde görülen en kritik psikolojik kırılmalardan biridir. Devletle toplum arasındaki görünmez bağ zayıfladığında, kurumlar işlevlerini kaybetmeye başlar.

PLANSIZ KENTLEŞMENİN SESSİZ BEDELİ

Şehirlerimiz büyüdükçe değil, genişledikçe düzensizlik de büyüyor. Plansız kentleşme yalnızca çarpık binalar demek değildir; daha çok trafik stresi, daha çok gürültü, daha çok altyapı sorunu, daha fazla afet riski demektir. Depremler yalnızca fay hatlarını değil, yıllardır süren ihmal kültürünü de açığa çıkarıyor.

Dar sokaklara sıkışmış binalar… İtfaiyenin giremediği mahalleler… Yeryüzünün sesine uymayan beton kütleler… Tüm bunlar yalnızca fiziksel tehlike yaratmaz; toplumun ruhunu da yorar. Çünkü düzensiz bir şehir, düzensiz bir yaşam üretir. Ve en çok da kırılgan gruplar etkilenir: Çocuklar, yaşlılar, engelliler…

Bir kaldırım rampasının yokluğu bile bir insanın hayatını zorlaştırabilir. Bu ülkede en büyük sessiz tehlike işte budur: Görmediğimiz insanların görünmeyen zorlukları.

AVRUPA’DA NEDEN İHMAL KÜLTÜRÜ YOK?

Bu sorunun cevabı sanıldığı kadar karmaşık değildir. Çünkü orada sistem bireyden güçlüdür. Bizde ise sistem kişinin iyi niyetine bağlıdır. Avrupa’da standartlar bir tavsiye değil, bir sınırdır. ABD’de bir denetim raporu asla gizlenmez; kamuya açık olur.

Tüketici ya da vatandaş, “hesap sorma kültürünü” doğal bir hak olarak görür. Medya konuyu bırakmaz, gündem değişse bile dosya kapanmaz.

Bizde ise işler çoğu zaman şöyle ilerler: Olay olur → gündem olur → iki hafta konuşulur → unutulur. Bir toplumun unuttuğu her olay, gelecekteki yeni bir felaketin tohumudur.

PEKİ, HALK NE YAPMALI?

Yaptırımlar etkisiz kaldığında toplumun tepkisi sokak öfkesine dönüşmek zorunda değildir. Demokratik ülkelerde halkın en güçlü silahı: izlemek, takip etmek, sormak, kayda geçirmek, talep etmektir.

Bu, saygılı ama ısrarlı bir baskıdır. Toplum şunu unutmamalıdır: Devlet halkın üstünde değil, halkın omuzları üzerinde durur. İktidar sorunu çözemiyorsa toplum da kendine düşeni yapmalıdır: Olayları unutmamak. Şeffaflık talep etmek. Yerel yönetimleri sürekli denetlemek. Kırılgan grupların sesi olmak. Ekonomik tercihleri bir yaptırım olarak kullanmak. Sivil dayanışma ağlarını güçlendirmek. Yanlışı söylemekten çekinmemek.

Toplumsal talep ne kadar düzenli, veriye dayalı ve kararlı olursa, iktidarların hareket alanı o kadar daralır. Bu bir karşı çıkış değil; bir ortak yaşam savunmasıdır.

SESSİZ ALARMI DUYABİLMEK

Bugün Türkiye’de yaşanan sorunlar toplumun enerjisini tüketiyor gibi görünse de, aynı zamanda kritik bir farkındalık eşiğine de getiriyor.

Vatandaş artık “kağıt üzerindeki güvenlik” değil, gerçek güvenlik istiyor. İddia değil, uygulama görmek istiyor. Denetim değil, sonuç istiyor. Ve bunları talep etmek, bir muhalefet davranışı değil; bir vatandaşlık hakkıdır. Sessiz alarmın sesini duymaya başlamak, aslında toplumsal uyanışın ilk adımıdır. Çünkü tehlikeyi fark eden toplum, geleceğini de korumaya başlar.

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.