Temmuz ayı henüz bitmeden, Türkiye’nin dört bir yanında sıcaklık rekorları kırılmaya başladı. Bursa’da asfaltın buharlaştığı, İstanbul’da sabaha karşı bile terle uyanıldığı, Akdeniz kıyılarında gölgede bile nefes alınamadığı günler yaşıyoruz. Aynı anda, ülkemizde ve komşumuz Yunanistan’da orman yangınlarıyla mücadele ediliyor, İtalya’da termometreler 45°C’yi gösteriyor, Hindistan’da ise sıcak hava dalgaları can almaya başladı bile.
Bu artık sıradan bir yaz değil. Bu, küresel ısınmanın gündelik hayatımıza doğrudan dokunduğu bir kriz hâlidir.
Sessizce Büyüyen Tehdit
İklim değişikliği artık geleceğe dair bir tahmin değil; doğrudan bugüne ait bir deneyimdir. Sıcak hava dalgaları yalnızca rahatsızlık vermekle kalmıyor; tarımdan sağlığa, ekonomiden şehir planlamasına kadar birçok alanda zincirleme etkiler yaratıyor.
Kuruyan topraklar, azalan su kaynakları, enerji tüketiminde artış, hastanelerde sıcak çarpması vakaları ve hatta göç hareketleri… Bu etkiler sessiz ama derin bir kriz dalgası oluşturuyor.
Ne yazık ki sosyal medyada bu durum, çoğu zaman “klima altında esprili paylaşımlar”la hafifseniyor. Oysa gülüp geçtiğimiz bu sıcaklıklar, gelecek nesillerin yaşama hakkını şekillendiren bir kırılma noktası olabilir.
Türkiye Ne Yapıyor?
İşte bu noktada, Türkiye’nin son yıllarda iklim politikalarında attığı somut adımlar dikkat çekiyor.
Ülkemiz, 2015’te kabul edilen ve 2021’de TBMM tarafından onaylanan Paris İklim Anlaşması’na taraf olarak, küresel ısınma ile mücadelede önemli bir sorumluluğu üstlenmiş durumda.
Hükümet, bu doğrultuda “2053 Net Sıfır Emisyon” hedefini ilan etti. Bu hedef, yalnızca sembolik değil; yasal, kurumsal ve teknik düzeyde destekleniyor.
Bugün itibariyle:
• Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, süreci merkezî biçimde yönetiyor.
• İklim Kanunu için çalışmalar yürütülüyor.
• “Ulusal Katkı Beyanı” ile 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdü verildi.
• Enerjiden ulaşıma, sanayiden tarıma kadar birçok sektörde yeşil dönüşüm stratejileri uygulanıyor.
Bunun yanı sıra, Sıfır Atık Projesi, Yeşil OSB’ler, yenilenebilir enerji yatırımları, elektrikli ulaşım destekleri gibi çalışmalar da hükümetin bu konuda ciddiyetini gösteriyor.
Türkiye, gelişmekte olan bir ülke olarak bu hedefleri hayata geçirirken eş zamanlı olarak ekonomik büyümeyi de gözetmek zorunda. Dolayısıyla ortaya konan politikalar yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik dengeye dayalı bir model arayışını yansıtıyor.
Kentler Isınıyor, Akıl Soğukkanlı Kalmalı
Bursa gibi büyükşehirlerde sıcaklık etkisi betonlaşma, yeşil alan eksikliği ve ulaşım kaynaklı emisyonlarla katlanıyor. Bu nedenle iklim politikalarının yalnızca ulusal değil; yerel yönetimler düzeyinde de desteklenmesi büyük önem taşıyor.
Kentler için artık mesele sadece “süs parkları” yapmak değil; ısı adası etkisini azaltacak yeşil altyapı, doğal havalandırma koridorları ve düşük karbonlu ulaşım sistemleri gibi stratejileri yaşama geçirmek olmalı.
Sıcaklıklar Değil, Umursamazlık Tehlikeli
İklim değişikliğiyle mücadele, yalnızca çevrecilerin değil; devletin, yerelin, özel sektörün ve bireyin ortak sınavıdır. Bugün hissedilen sıcaklık dalgaları, yalnızca bir yaz geçişi değil; gelecek kuşaklara bırakacağımız dünyanın provasıdır.
Türkiye, attığı adımlarla bu konuda ciddi bir sorumluluk üstlenmiş ve rotasını çizmiştir. Artık bu rotanın, her düzeyde hayata geçirilmesi ve iklim bilincinin bir kalkınma refleksi hâline gelmesi gerekmektedir.
Çünkü bugün alınmayan her önlem, yarının sıcaklığını birkaç derece daha artıracaktır.