Hayatın her alanında, ister eğitimde ister meslekte, isterse siyasette olsun, aynı ilkeyle karşılaşırız:
Bir noktaya ulaşmak için izlenmesi gereken bir yol vardır.
Bu yol kimi zaman uzundur; emek ister, sabır ister.
Kurallar bu yüzden konulur; herkes aynı çizgide, aynı başlangıç noktasından koşsun ve kim daha çok çabalarsa başarıya o ulaşsın diye.
Elbette bu sistem kusursuz değildir.
Eksikler, hatalar, adaletsizlikler olur.
Ama temel ilke bellidir:
Yarışa katılan herkes aynı koşullar altında mücadele etmelidir.
Uzun bir maraton düşünün.
Herkes aynı start çizgisinde bekliyor.
İşaret veriliyor ve yarış başlıyor.
Kimisi sabırla, kimisi zorlanarak ilerliyor.
Ama içlerinden biri, daha ilk yüz metrede kestirme bir patika buluyor.
Bu patikadan çıkarak koşuyu bırakıyor.
Yarışın sonuna gelindiğinde ise; bitiş çizgisine yakın bir noktada tekrar koşuya katılıyor ve depar atarak madalyayı alıyor.
Bu davranış, aslında sadece kendi emeğini değil, bütün yarışçıların hakkını yok saymaktır!
***
Bugün siyaset sahnesinde gördüğümüz ‘diploma tartışmaları’ ve benzeri örnekler bu manzarayı hatırlatıyor.
İsimler önemli değil; önemli olan ilkenin kendisidir.
Bir ülkeyi yönetmeye talip olan bir insanın, o noktaya hangi yoldan geldiği ve hangi değerleri taşıdığı diplomanın kendisinden daha büyük bir sorudur.
Bu tür durumların en tehlikeli yanı ise toplumun verdiği tepkidir.
Normalde sıradan bir vatandaş için böyle bir olay ortaya çıksa, insanlar haklı olarak çok sert tepki gösterir.
Çünkü emeğin değersizleştirildiğini, hak yemeyi ve adaletsizliği reddederler. Ancak söz konusu güç ve iktidar olduğunda, etik ve ahlak bir kenara bırakılıp “Ama bizim tarafımızda” diyerek görmezden geliniyorsa, o toplumun değer pusulası şaşmaya başlamış demektir.
Bir ülkenin geleceği, sadece kanunlarla değil, toplumsal ahlakla korunur.
Eğer toplum ‘kuralları esneten’ kişileri ödüllendirirse, kısa vadede birilerinin işine gelse bile uzun vadede herkes kaybeder.
Çünkü bu davranış, çalışan ve alın teri döken gençlere çok net bir mesaj verir:
“Doğru yoldan gitmek yerine kestirme yollar ara.”
Bu mesaj bir kez topluma yerleştiğinde, sistemin temeli sarsılır.
Yarın bu gençler kamuda, özel sektörde, siyasette hangi modeli örnek alacaktır?
Emek mi, kestirme mi?
Bu sorunun cevabı ülkenin geleceğini belirler.
Bu mesele yalnızca bir diploma ya da belge meselesi değildir.
Dürüstlük, şeffaflık, adalet ve liyakat gibi değerlerin toplumun en tepesinde nasıl temsil edildiğiyle ilgilidir.
Liyakat yoksa sadece seçim değil her alanda kalite kaybolur.
Karar alma mekanizmaları zayıflar, liyakatli kadrolar uzaklaşır, sistem boşluğu başka yollarla doldurulmaya çalışılır.
Üstelik bu tartışmalar sadece bugünü değil, yarını da etkiler.
Genç bir insan, “Ben yıllarımı versem, sınavlara girsem, sonunda kestirme yoldan gelen biri önüme geçerse ne anlamı kaldı?” diye sorduğunda, artık kaybedilen sadece adalet duygusu değil, umut duygusudur.
Umudun kaybolduğu bir yerde toplumsal motivasyon da kaybolur.
Bir ülkenin yönetiminde en değerli şey güvenilirliktir.
Güvenilirlik ise; sadece güçle değil, ahlak ve etikle kazanılır.
İnsanlar yöneticilerinden önce şunu görmek ister:
“Ben bu yola çalışarak geldim. Kurallara uydum. Siz de bana güvenebilirsiniz.”
***
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Şeffaflık: Eğitimden siyasete her alanda süreçler açık olmalı, toplum belgeye değil sürece güvenebilmelidir.
Liyakatin Güçlendirilmesi: Makam ve görev dağılımında en önemli kriter bilgi ve yetkinlik olmalıdır.
Toplumsal Tepki: Taraf gözetmeden kural ihlallerine karşı toplumsal refleks oluşturulmalı, ‘bizimkiler yaparsa olur’ anlayışı terk edilmelidir.
Etik Eğitimi: Okullardan başlayarak meslek hayatına kadar etik ve değerler eğitimi güçlendirilmelidir.
Rol Modeller: Topluma, emeğin ve dürüstlüğün kazanmanın gerçek yolu olduğunu gösterecek rol modeller öne çıkarılmalıdır.
Çünkü bir toplumda emek değersizleşirse; önce yarışın, sonra hedefin, en sonunda da umudun anlamı kalmaz.
Ve umudun olmadığı bir yerde hiçbir kestirme yol gerçek başarıya dönüşmez!