Bir zamanlar toplu taşımada kitap okuyan insanları görmek olağandı. O kitap sayfaları sadece bilgi değil, sabır ve dikkat de kazandırırdı. Bugün ise aynı koltuklarda oturan yolcuların çoğu, parmaklarını tespih çeker gibi ekranlarda kaydırıyor. Birkaç saniyelik videolar, eğlenceli görseller, sonsuz bir akış… İnsan zihni, belki de hiç olmadığı kadar hızlı ama bir o kadar da yüzeysel tüketiyor.
Kısa video platformları -TikTok, Reels, Shorts-dikkat ekonomisinin merkezine yerleşti. Her kaydırma bir ödül, her yeni video bir dopamin dalgası. Ancak bilimsel araştırmalar, bu alışkanlığın özellikle gençlerde dikkat dağınıklığı, özdenetim kaybı, uyku sorunları ve kaygı gibi etkilerle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Nobel ödüllü Aziz Sancar’ın yıllar süren emeği ile göbek atarak dans eden birinin aynı ekran akışında yan yana gelmesi, aslında içinde yaşadığımız çelişkiyi özetliyor: Anlamla eğlencenin eşitlenmesi, hatta çoğu zaman eğlencenin ağır basması.
Zenginlik mi, Refah mı?
Dünya sıralamalarına baktığımızda kişi başına geliri en yüksek ülkeler Singapur, Katar, Lüksemburg, İrlanda ve Makao. Bu ülkelerde teknolojiye erişim sınırsız, dolayısıyla kısa video tüketimi de çok yaygın. Ekran bağımlılığı gençler arasında hızla artarken, devletler bu gidişatı denetimlerle sınırlamaya çalışıyor. Singapur, “dijital detoks” kampları düzenlerken Katar henüz bu alanda yolun başında. Yani ekonomik refah tek başına koruyucu değil.
Buna karşılık refahın insani boyutunu öne çıkaran ülkeler Norveç, Danimarka, İsveç, Finlandiya, İsviçre farklı bir tablo çiziyor. Bu ülkelerde gençler de sosyal medya kullanıyor ama aile desteği, okul politikaları ve kültürel değerler olumsuz etkileri azaltıyor. Telefonlar derslerde sınırlandırılıyor, çocuklara medya eleştirisi öğretiliyor, doğa ve spor günlük yaşamın bir parçası. Refah burada sadece cebin değil, ruhun ve zihnin de refahı.
Türkiye’nin Tablosu
Peki biz? TÜİK verilerine göre Türkiye’de 11–15 yaş arası çocukların yüzde 79’u sosyal medya kullanıyor. Bu oran Avrupa ortalamasının üstünde. Akademik çalışmalar lise gençlerinin yaklaşık yüzde 10’unun problemli internet kullanımı gösterdiğini söylüyor. Bu tablo endişe verici. Çünkü aileler çoğu zaman telefonu çocuklarını oyalamak için bir “kolay çözüm” olarak görüyor. Oysa bu çözüm, ileride daha büyük problemleri davet ediyor: İletişim kopukluğu, dikkat sorunları, bağımlılık davranışları.
Türkiye’nin avantajı ise güçlü aile bağları. Toplum olarak hâlâ çocuklarımızla bağ kurmaya, onları korumaya önem veriyoruz. Bu kültürel zenginlik, doğru eğitim ve politika desteği ile birleşirse gençleri koruyabilir. Ancak bu fırsatı kaçırırsak, dijital çağın bedelini gelecek kuşakların ruh sağlığı ile ödeyebiliriz.
Çıkış Yolu: Dünya Ne Yapıyor?
İskandinav ülkeleri bize diyor ki: “Refah sadece para değildir; sosyal politika ve eğitimle desteklenmezse zenginlik bile çocuğu koruyamaz.”
Singapur bize hatırlatıyor: “Katı düzenlemeler de işe yarar ama baskı tek başına çözüm değildir.”
Katar ve Makao ise bir uyarı niteliğinde: “Sınırsız teknoloji, hazırlıksız toplumda bağımlılığı büyütür.”
Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya sadece teknolojiyi konuşacağız, ya da çocuklarımızın ruh sağlığını merkeze alan kapsamlı bir dijital strateji geliştireceğiz. Okullarda telefon kullanımını sınırlandırmak, ebeveynlere rehberlik sunmak, çocuklara medya okuryazarlığı öğretmek ve toplumsal farkındalık yaratmak… Bunlar zor değil, ama ertelenirse çok geç olacak.
Bugün toplu taşımada kitap yerine telefon görmek bir tercih meselesi gibi görünebilir. Oysa aslında bu manzara, geleceğin zihinsel sağlığının fotoğrafıdır. Refahın ölçüsü sadece cebimizdeki dolar değil; çocuklarımızın dikkati, gençlerimizin hayal gücü, toplumun ortak aklıdır. Ve eğer biz bu dikkati koruyamazsak, ne kadar zengin olursak olalım, gelecek kuşaklara fakir bir miras bırakmış olacağız.