Günümüz gençliği, sosyal medyanın büyülü ama bir o kadar da karmaşık dünyasında yaşıyor. Beğeni sayıları, takipçi rakamları adeta bir onay ve aidiyet aracı haline gelmiş durumda. Bu dijital sahada, gençler kendilerini değerli hissetmek için adeta bir yarışın içinde. Ancak bu yarış, yüzeyde eğlenceli görünse de aslında derin bir yalnızlık ve boşluk yaratıyor. Çünkü gençlerin sosyal medya ile kurduğu bağ, dışarıdan bakıldığında parlak ama içeride sessiz çığlıklarla dolu.
Birçok genç, gerçek hayatta ifade etmekte zorlandığı yönlerini, sosyal medyada “ideal benlik” olarak yansıtır. Bu ideal benlik, çoğu zaman gerçeklikten kopuk, filtrelenmiş ve ulaşılmazdır. Böylece gerçek benlik ile dijital benlik arasında gidip gelirken, arada bir uçurum oluşur. Bu uçurum, özgüven eksikliğine, kıyaslamalara ve içsel çatışmalara neden olur. Onay peşinde koşarken, aslında kendi değerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar.
FOMO yani “gelişmeleri kaçırma korkusu” ise gençlerin sosyal medyaya bağlanmasında büyük rol oynar. Arkadaş çevresinde dışlanmamak için sürekli çevrimiçi kalmak zorunda hissederler. Bu durum, onları dinlenmeden bir dopamin döngüsüne mahkum eder. Her beğeni, her yeni bildirim anlık haz yaratır; ancak bu haz kalıcı değildir ve sürekli yenisini arama ihtiyacını doğurur. Bir anlamda sosyal medya, gençleri hem ödüllendirir hem de esir alır.
Pandeminin getirdiği uzun dijital alışkanlıklar ise bu bağımlılığı pekiştirmiştir. Evde aile iletişiminin eksikliğiyle birleşince, gençler sosyal medyada daha fazla kabul ve ilgi arar hale gelmiştir. Ancak ne yazık ki bu arayış, onları sadece psikolojik baskılarla değil, aynı zamanda siber zorbalık, mahremiyet ihlalleri gibi tehlikelerle de karşı karşıya bırakır. Kişisel verilerin izinsiz paylaşılması, sahte kimlikler ve dolandırıcılık vakaları gençlerin güvenlik endişelerini artırıyor.
Gençlerin sosyal medyadan kopamaması ise derin bir psikolojik ve toplumsal bağın sonucudur. Sosyal medya artık sadece bir eğlence platformu değil, kimliklerini inşa ettikleri, aidiyet buldukları gerçek bir dünya haline gelmiştir. Bu nedenle ebeveynlerin veya eğitimcilerin sosyal medyayı bırakmaları yönündeki uyarıları çoğu zaman tehdit olarak algılanır, direniş ve öfkeyle karşılanır. Bu tepkiler, gençlerin özgürlüklerine müdahale edildiği hissini güçlendirir ve onları daha da bağlanmaya iter.
Sosyal medyanın gençlerde yarattığı duyarsızlık ve uyuşukluk da ayrı bir sorundur. Sürekli bilgi bombardımanı, gençlerin empati yeteneklerini zayıflatmakta, gerçek sosyal sorunlara karşı ilgilerini azaltmaktadır. Bu durum, toplumsal sorumluluk bilincinin azalmasına ve pasif gözlemciliğin yaygınlaşmasına yol açar. Gençler, zorlayıcı gerçeklerden kaçış için sosyal medyayı bir sığınak olarak kullanır hale gelmiştir.
Peki, çözüm nedir? Öncelikle gençlerle empati kurarak başlamalıyız. Dijital dünyayı yasaklamak ya da sert uyarılar yapmak yerine, onların dünyasına saygı gösterip alternatif sosyal alanlar yaratmalıyız. Dijital okuryazarlık eğitimleri, gençlerin sosyal medyanın çalışma prensiplerini ve risklerini anlamalarına yardımcı olur. Böylece dezenformasyonla mücadele edebilir, mahremiyet haklarını koruyabilirler. Aile ve okul desteği ise bu sürecin olmazsa olmazıdır; ekran sürelerini sınırlandırmak ve sosyal, sportif faaliyetlere teşvik etmek gençlerin dengeli gelişimini sağlar.
Ayrıca, pozitif rol modellerin ve yaratıcı içerik üretiminin desteklenmesi, gençlerin dijital dünyada sağlıklı kimlikler geliştirmesine katkı sunar. Sosyal medya platformları da üzerlerine düşen sorumluluğu artırmalı; zararlı içeriklere karşı etkin denetim ve yaptırımlar uygulamalıdır. Toplumsal farkındalık kampanyaları ise bu sürecin önemli bir parçasıdır. Gençlerin aktif katılımıyla gerçekleştirilen projeler, onların sosyal sorumluluk bilincini güçlendirebilir.
Sonuç olarak, gençlerin dijital dünyadaki yalnızlığı sadece bir teknoloji sorunu değildir; psikolojik, sosyal ve kültürel bir meseledir. Onları anlamadan, empati kurmadan ve destek olmadan çözüme ulaşmak mümkün değildir. Sessiz çığlıklarını duyup onlarla birlikte yol almak, geleceğimizin genç nesillerini güçlü ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirmenin anahtarıdır.