Üretim, ekonominin can damarı, toplumun da güvence kaynağıdır. Toprağı işlemek, tohumu emekle buluşturmak, ürünün her aşamasında alın teriyle yoğrulmak; insanlık tarihi boyunca kutsal sayılmıştır. Ancak günümüzde, üretmek kadar onu doğru yönetebilmek de aynı derecede önemlidir. Çünkü yanlış planlanmış ya da ihtiyacın ötesinde yapılan üretim, çoğu zaman bolluk değil israf doğurur. Bu durum, özellikle Türkiye gibi tarım ve üretim potansiyeli yüksek ülkelerde ciddi ekonomik ve çevresel sorunlara yol açmaktadır.
Türkiye’de her yıl milyonlarca ton sebze ve meyve tarlalarda yetiştiriliyor. Ancak TÜİK ve FAO verilerine göre, yılda yaklaşık 18 milyon ton gıda israf ediliyor. Bu israfın sadece mutfakta değil, üretimin en başından, yani tarladan başladığını görmek gerekir. Hasat edilen ürünlerin önemli bir kısmı, uygun saklama koşulları sağlanamadığı için ya çürüyor ya da pazara ulaşamadan kayboluyor. Özellikle küçük üreticilerin soğuk hava deposu, uygun taşıma aracı veya doğrudan pazarlama imkânlarının olmaması, üretim fazlasının büyük bir kısmının daha satılmadan yok olmasına neden oluyor.
Türkiye’de bazı ürünlerde dönemsel arz fazlası, pazarlarda fiyatların düşmesine yol açarken, üreticiyi de zarara uğratıyor. Örneğin 2023 yılında Adana’da karpuz üretimi rekor seviyeye ulaştı. Ancak yeterli planlama yapılmadığı için karpuzlar tarlada kaldı ve yüzlerce ton ürün ya hayvanlara yem oldu ya da çöpe gitti. Bu sadece bir tarım politikası sorunu değil; aynı zamanda emek, su, toprak ve zamanın da kaybı demek.
Bir kilogram domates yetiştirmek için yaklaşık 180 litre su, bir kilogram pamuk içinse 10 ton civarında su kullanılıyor. Ürün çöpe gittiğinde sadece yiyecek ya da kıyafet değil, bu kaynaklar da çöpe gitmiş oluyor. Dolayısıyla üretim fazlasının israfa dönüşmesi, sadece gıda değil; doğal kaynakların, emeğin ve zamanın israfı anlamına gelir. Üstelik bu israf, sadece ekonomik değil; çevresel krizleri de tetikleyen bir sürece dönüşmektedir.
Peki bu döngü nasıl kırılır?
İlk olarak, üretim ve tüketim arasında denge kurmak gerekiyor. Tarımda arz-talep projeksiyonlarının bölgesel verilere göre yapılması, hangi üründen ne kadar ekileceğinin kooperatifler ve yerel yönetimlerle birlikte planlanması önem taşıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde, çiftçilere yönelik dijital tarım rehberleri ve planlama yazılımları bu konuda yol gösterici oluyor. Türkiye’de de bu tür uygulamaların yaygınlaşmasıyla daha verimli ve yönlendirilmiş bir üretim yapılabilir.
İkinci olarak, üretim fazlasının doğrudan israfa dönüşmemesi için ikincil kullanım kanallarının güçlendirilmesi gerekir. Örneğin, belediyelerin gıda bankaları kurarak pazarlardan, halden veya üreticiden gelen fazla ürünleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırması hem sosyal dayanışmayı güçlendirir hem de çöpe gidecek ürünü kurtarır. İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyükşehir belediyelerinde bu konuda örnek uygulamalar hayata geçirilmiştir.
Ayrıca bazı özel girişimler, dijital platformlar aracılığıyla restoran, market veya üretici firmaların satılamayan ama tüketilebilir durumdaki ürünlerini, daha düşük fiyatlarla halka sunuyor. Bu hem üreticiye alternatif bir satış kanalı sağlıyor hem de dar gelirli gruplara erişimi kolaylaştırıyor.
Gıda israfına karşı verilen bu mücadele, yalnızca tarım alanında değil, tekstil, mobilya, teknoloji gibi üretim zincirlerinin her halkasında sürdürülmelidir. Satılamadığı için imha edilen tonlarca giysi, sezon dışı kalan cihazlar veya modası geçtiği düşünülen ürünler… Bunların tümü, doğru sistemlerle ekonomiye yeniden kazandırılabilir.
Sonuç olarak; üretim bereketli bir nimettir, ama bu nimet iyi yönetilmediğinde çürüyen umutlara dönüşür. “Ne olur ne olmaz” diyerek yapılan fazla üretim, aslında bir güvence değil; plansızlığın yansımasıdır. Gerçek bereket, ürünün israf olmadan ihtiyaçla buluşabildiği anda başlar. Aksi hâlde, tarlada başlayan umut, depoda çürüyen bir hayale dönüşür.