Bir bardak suyun taşması bazen sadece birkaç damlaya bakar. İşte bizim şehirlerimiz de öyle. Yıllardır dolup taşan, ama yine de içine bir damla daha sığdırmaya çalışan bardaklar gibi.
Kentsel dönüşümle büyüyen binalar, artan nüfus, eksilen nefes… Bir zamanlar komşulukla, sohbetle, çocuk sesleriyle dolu mahalleler artık gökyüzüne uzanan beton ormanlarına dönüşüyor. Ama yine de insanlar gelmeye devam ediyor. Sanki herkesin içinde aynı inanç var: “Benim şansım belki burada döner.”
Taşan Bardak: Büyük Şehirlerin Gerçeği
Bir zamanlar beş katlı binalarla çevrili mahalleler bugün on beş katlı kulelerle dolu. Kentsel dönüşüm adı altında başlayan yenileme hareketi, çoğu yerde bir rant ekonomisine dönüştü.
Her yeni bina, daha fazla daire, daha fazla insan, daha fazla araç, daha fazla gürültü demek oldu. Buna karşın yollar aynı, okullar aynı, parklar aynı. Yani büyüyen sadece beton, yaşam alanı değil.
Şehirler artık insanı barındırmıyor; sıkıştırıyor. Trafikte geçen ömür, kirada eriyen maaş, kalabalıkta yitirilen huzur… Yine de insanlar gelmeye devam ediyor, çünkü şehir hâlâ umut satıyor.
Neden Hâlâ Göç Ediyoruz?
Cevap hem basit hem karmaşık: Geçim, umut ve kimlik.
Küçük şehirlerde istihdam sınırlı, köylerde üretim artık kazançlı değil. Büyük şehirde iş var, pazar var, belki biraz şans da var.
Kimi için bu göç bir mecburiyet; kimi için hayallerin peşinden koşma cesareti. Ama çoğu için sonuç aynı: kalabalığın içinde yalnızlık. Bir zamanlar “şehirli olmak” bir ayrıcalıktı. Bugünse şehirde yaşamak çoğu insan için bir mücadele. Tüm o ışıkların, reklamların, plazaların ardında, sessiz bir yorgunluk var.
Otoritenin Rolü: Yönetmek Değil, Yön Vermek
Bu tabloyu değiştirmek yalnızca bireylerin değil, otoritenin de sorumluluğu. Devletin, yerel yönetimlerin ve planlamacıların yapması gereken şey kalabalığı yönetmek değil; yaşamı yeniden dengelemek.
1-Bölgesel Kalkınmayı Gerçekleştirmek
Eğer insanlar büyük şehre akın ediyorsa, demek ki küçük şehirlerde yaşamak için yeterli neden yok.
O hâlde çözüm, büyük şehri küçültmek değil, küçük şehirleri büyütmek.
Eğitim, sağlık, kültür ve istihdam olanakları Anadolu’nun kalbine yayılmalı. Gaziantep, Eskişehir, Konya, Bursa gibi kentler sadece sanayiyle değil, yaşam kalitesiyle de örnek şehirler hâline getirilmeli.
Kentsel Dönüşümde Yeni Anlayış
Kentsel dönüşüm sadece binaları yenilemek değildir; insan yaşamını yenilemektir. Yeni mahalleler planlanırken nüfus artışı, sosyal donatı, yeşil alan ve ulaşım birlikte düşünülmeli.
Yüksek binalar yerine dengeli yerleşim, rant yerine mahalle kültürü öncelik olmalı.
Kırsalı Yeniden Cazip Hâle Getirmek
Kırsal alan sadece geçmişin değil, geleceğin de adresi olabilir.
Genç çiftçilere destek, teknolojiyle entegre tarım, kooperatifleşme ve uzaktan çalışma imkânları bu dönüşümün anahtarı.
İnsan doğduğu yerde doyarsa, şehirlerdeki yük hafifler. Köy bir nostalji değil; doğru planlandığında, bir gelecek seçeneği olabilir.
Dünyadan Öğrenilecek Dersler
Japonya: Kırsala Dönene Teşvik
Tokyo’nun kalabalığını azaltmak için Japon hükümeti “şehirden taşınana para desteği” başlattı. Taşınan her aileye 1 milyon yen verildi.
Üç yılda 30 binden fazla kişi küçük şehirlere yerleşti, yerel ekonomiler yeniden canlandı. Küçük bir adım, büyük bir fark yarattı.
Finlandiya: Küçük Şehir, Büyük Kalite
Helsinki dışındaki şehirler teknoloji, eğitim ve kültürle desteklendi. Tampere ve Oulu bugün Avrupa’nın en yaşanabilir şehirleri arasında. Devlet, “büyüklük” yerine “mutluluk” ölçüsünü koydu.
Fransa: Şehrin Kalbi Programı
Fransa’da 222 orta ölçekli şehirde kira desteği, kültürel yatırımlar ve ulaşım projeleri hayata geçirildi.
Sonuç: Paris’e olan göç yüzde 10 azaldı.
Küçük şehirler yeniden yaşar hâle geldi.
Çin: Uydu Şehirler
Pekin ve Şanghay çevresinde planlı şehirler kuruldu.
Bazıları başarılı oldu, bazıları boş kaldı.
Bu örnek bize şunu gösteriyor:
Fiziksel planlama yeterli değil, ekonomik yaşam da olmalı.
Yeni Bir Şehir Ahlakı
Artık mesele şehirleri büyütmek değil; insanı büyütmek.
Şehirler, insanın yaşamını kolaylaştırmak için vardır ama biz yıllardır şehirlerin yükünü insanın omzuna bindirdik. Oysa yapılması gereken, şehrin ağırlığını değil, insanın değerini artırmak.
Belki de çözüm, gökdelenlerde değil, sokaklarda; devasa projelerde değil, yaşanabilir mahallelerde. Bir çocuğun güvenle oynayabildiği, komşunun selam verebildiği, insanların birbirine bakabildiği yerlerde.
Taşan şehirleri boşaltmak mümkün değil, ama dengeyi yeniden kurmak mümkün. Çünkü bazen bir bardak taşıyorsa, mesele suyun miktarı değil; nereden ve nasıl aktığıdır.