Toplum hafızası seçicidir. Aynı insan hafızasında olduğu gibi.
Bazı olaylar vardır. Yıllar geçse de canlılığını korur. Bununla birlikte bazı olaylar vardır ki hafızalardan zamanla silinir gider. Bu seçicilik çoğu zaman doğal bir süreçle değil, aksine siyasetin gölgesinde şekillenir. Çünkü siyaset, yalnızca bugünü şekillendirme sanatı değildir; aynı zamanda geçmişi yeniden yazma, hatırlatma ya da unutturma sanatıdır.
Geçmişin Gölgesi, Bugünün Siyaseti
Tarihe bakıldığında, her toplumun belleğinde “hatırlanmak istenmeyen zamanlar” vardır. Türkiye için bu durum kimi zaman darbelerden, kimi zaman kutuplaşmalardan, kimi zamansa toplumsal kırılmalardan oluşur. Her dönemin iktidarı, kendi meşruiyetlerini güçlendirmek adına geçmişi farklı biçimlerde yorumlamıştır. Bir dönemin kahramanı, diğer dönemin suçlusu olmuştur.
Bu durum, sadece Türkiye de değil. Almanya, İtalya, İspanya, Latin Amerika ülkeleri için de geçerlidir. Hepsi için geçmişle yüzleşmek zor bir süreçtir. Hatırlamak, geçmişle hesaplaşmayı getirirken; unutmak, kısa vadede huzur, uzun vadede ise kimlik kaybını ortaya koyar.
Hafıza Politikası: Hatırlamanın ve Unutmanın İktidarı
Toplumun hafızası, bir milletin kimliğini oluşturan en güçlü yapı taşlarından biridir. Ancak siyaset, bu hafızayı kimi zaman bilinçli biçimde şekillendirir.
Anıtlar dikilir, meydanların isimleri değiştirilir, ders kitapları yeniden yazılır. (1938 sonrası Türkiye’sinde olduğu gibi) Bütün bunlar, sadece tarihin değil, geleceğin de inşasında etkili olmuştur.
Fransız düşünür Pierre Nora’nın dediği gibi: “Artık hafıza doğal bir şey değildir; onu yaşatmak için hafıza mekânları yaratırız.”
Bu mekânlar bazen bir müze, bazen bir bayram, bazen bir yas günüdür. Ancak asıl soru şudur: Bu hafıza mekânlarını yaratan halkın kendisi mi? Yoksa siyaset dünyasının aktörleri mi?
Unutmanın Psikolojisi: Sessiz Bir Uyum mu, Zorunlu Bir Körlük mü?
Toplumlar bazen unutmayı bir savunma mekanizması olarak kullanır. Hatırlamak acıdır; yüzleşmek sancılıdır. Özellikle travmatik dönemlerde, “unutmak” bir tür psikolojik denge aracıdır.
Ancak sorun şu ki, unutulan şey ortadan kalkmaz. Yalnızca görünmez hale gelir.
Tıpkı üzeri toprakla örtülmüş bir ateş gibi…
Bir gün yeniden alevlenir, belki de daha yakıcı biçimde.
Bu noktada siyasi aktörler, toplumun bu “unutma eğilimini” kendi lehine kullanabilir. “Geçmişi kurcalamayalım, önümüze bakalım” cümlesi, kulağa sağduyulu gelebilir. Oysa bu cümle çoğu zaman bir kaçışın, hatta bir örtbasın ifadesidir.
Unutmak, bazen bir tercihten çok bir zorunluluktur. Çünkü hatırlamak, bir hesaplaşmayı gerektirir. Ve hesap sormak, mevcut düzenin sorgulanması demektir.
Hatırlamanın Ahlakı: Geçmişle Barışmak, Geleceği Korumaktır
Bir toplumun olgunlaşması, hatalarıyla yüzleşebilmesinden geçer.
Geçmişi inkâr eden toplumlar, aynı hataları tekrar etmeye mahkûmdur.
Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonrasında gösterdiği yüzleşme iradesi, bugün Avrupa’da demokrasinin en güçlü temellerinden birini oluşturur. Oysa birçok ülke hâlâ geçmişinin karanlık sayfalarıyla hesaplaşmaktan kaçınır.
Toplumsal hafıza bireysel hafızaların toplamı değildir; ortak bir vicdanın ürünüdür.
Hatırlamak, sadece geçmişi yeniden gündeme getirmek değil; o geçmişi anlamlandırmaktır. Hatırlamanın bir ahlakı vardır:
Nefret değil, farkındalık üretmek.
İntikam değil, öğrenme isteği doğurmak.
Bu nedenle, hafıza politikası yalnızca tarihçilerin değil; sanatçıların, gazetecilerin, öğretmenlerin, hatta sıradan yurttaşların sorumluluğudur.
Yeni Nesillerin Sınavı: Unutulmuş Olanı Anlatmak
Bugün genç kuşaklar, birçok tarihsel kırılmayı yalnızca satır aralarında, kimi zaman da sosyal medyada öğreniyor. Oysa bir toplumun hafızası, yalnızca geçmişte yaşanan olayların değil, o olaylara yüklenen anlamların da toplamıdır.
Bir dönem “kurtarıcı” olarak anılan biri, diğer dönemde “bölücü” ilan ediliyorsa, burada tarih değil, algı yönetimi vardır.
Siyaset, geçmişi şekillendirdiği ölçüde geleceği de yönlendirir. Bu nedenle gençlere düşen en önemli görev, “ne anlatıldığına” değil, “neden anlatıldığına” bakmaktır.
Toplumsal Hafızanın Yeniden İnşası: Ortak Hatırlamanın Gücü
Bir ulus, hatırlayabildiği ölçüde diridir.
Hatırlamak, yalnızca geçmişe saygı göstermek değil; geleceğe yön vermektir.
Toplumların ilerlemesi, kendi hafızasını doğru bir zeminde koruyabilmesiyle mümkündür. Bu nedenle ortak hafızayı yeniden inşa etmek, yalnızca devlet politikası değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Müzeler, arşivler, belgeseller, tanıklık hikâyeleri, sivil hafıza merkezleri… Bunlar birer hatırlama aracıdır. Ama asıl önemli olan, bireylerin birbirini dinlemesidir. Çünkü dinlemek, anlamanın ilk adımıdır.