Türkiye, yaz ayları boyunca yine büyük yangınlarla sarsıldı. Rüzgârın önüne kattığı alevler, yüzlerce yıllık ağaçları ve o ağaçların gölgesinde barınan binlerce canlının yaşamını dakikalar içinde yok etti. Bu manzarayı izleyen herkesin aklında ise aynı soru var: “Onca teknolojiye, uçaklara, helikopterlere rağmen neden bu yangınları durduramıyoruz?” Bu soru sadece bir duygusal tepki değil, ülkenin orman politikalarının kalbine yönelmiş bir sorgulamadır.
Öncelikle bir gerçek var: Türkiye, yangın söndürme konusunda teknik olarak geçmişe göre çok daha güçlü bir ülkedir. 20 yıl önce ortalama 40 dakika süren ilk müdahale, bugün 10–12 dakika seviyesine inmiş durumda. Hava filoları büyütüldü, İHA’lar devreye girdi, yangın kuleleri ve gözetleme kameraları modernleşti. Bu rakamlar kâğıt üzerinde bir başarıyı gösteriyor. Ancak sahadaki tabloya baktığımızda, yangınların sayısı azalmak bir yana artıyor ve yanan alan miktarı her geçen yıl büyüyor. Bu çelişki, sorunun sadece söndürme kapasitesiyle çözülemeyeceğini ortaya koyuyor.
Yangınların artmasının başlıca sebepleri, iklim krizinin yarattığı uzun ve kurak yaz dönemleri, insan hatası ve kasıtlı yakmalar. Türkiye’de çıkan yangınların yaklaşık yüzde 90’ı insan kaynaklı. Bu oran, ormanların korunmasında caydırıcı önlemlerin ve toplumsal bilincin ne kadar eksik olduğunu gösteriyor. Ne kadar güçlü bir hava filosuna sahip olursanız olun, yangın çıkmasını engellemezseniz, mücadele hep “hasarı azaltmak” noktasında kalır.
İşte tam bu noktada Orman Bakanlığı’nın yangın öncesi hazırlıkları ve planlaması kamuoyunun gündeminde haklı bir yer tutuyor. Evet, söndürme kapasitesinde büyük bir ilerleme var; ancak önleyici adımlar aynı hızda atılmış değil. Kırsalda yangın çıkma ihtimali yüksek bölgelerde düzenli bakım, orman yollarının temizliği, yangın şeritlerinin açılması gibi temel önlemler her zaman yeterince yaygın uygulanmıyor. Üstelik kırsaldan göç nedeniyle bu bölgelerde insan kaynağı da zayıflamış durumda. Bu eksiklikler, alevlerin ilk dakikalarda çok hızlı büyümesine yol açıyor.
Bir diğer tartışma konusu ise yangınların yoğunluğu karşısında ekiplerin bazen yetersiz kalması. Ortalama müdahale süresinin 11 dakika olması, tüm yangınlara aynı hızda ulaşıldığı anlamına gelmiyor. Rüzgârın hızla büyüttüğü bazı yangınlarda ekipler bölgeye ulaşsa da alevler çoktan kontrolden çıkmış olabiliyor. Yerel tanıklıklar ve sivil gözlemler, özellikle ilk saatlerde bazı yangınlara hava araçlarının geç yetiştiğini de ortaya koyuyor. Bu, sistemin zayıf olduğu değil; yangın öncesi hazırlıkların ve risk yönetiminin güçlü olmadığı anlamına geliyor.
Bugün gelinen noktada başarıyı doğru okumamız gerekiyor: Türkiye, yangınları daha hızlı ve daha çok araçla söndürüyor. Bu bir başarıdır. Ancak “yangını söndürmek” tek başına yetmez; esas başarı, yangını hiç çıkmadan önlemektir. Bunun için ise sadece yangın sezonunda değil, yıl boyunca sürecek ciddi bir hazırlık gerekiyor. Erken uyarı sistemlerinden caydırıcı cezalara, kırsalda yaşayanlara yönelik eğitimlerden yangın riski yüksek alanların aktif yönetimine kadar bütüncül bir program uygulanmadıkça, her yaz aynı acıyı yaşarız.
Orman sadece ağaç değil; içinde böcekten kuşa, karacadan çiçeğe kadar bir yaşam zinciri. Her kayıp, bu zincirin bir halkasını eksiltiyor. Söndürmekle övünmek yerine korumakla övünmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Türkiye’nin önündeki en büyük görev, teknolojiyi önlemeye dönük olarak da seferber etmektir. Çünkü yangın çıktığında, alevlerin önünde ne uçağın ne helikopterin yeterince hızlı olma şansı kalıyor.
Peki şimdi ne olacak?
Bu sorunun yanıtı, yalnızca daha çok araç almakla değil; ormanı bir ekosistem olarak yönetmekle mümkün. Bundan sonra, risk haritalarının güncellenmesi, orman köylerinin yeniden aktif hale getirilmesi, cezaların caydırıcı biçimde artırılması, yangın eğitimlerinin çocuk yaşta başlaması gerekiyor. En önemlisi ise ormanların korunmasının sadece bir kurumun değil, toplumun ortak sorumluluğu olduğunun kabul edilmesi. Eğer bu farkındalık sağlanmazsa, bundan sonraki her yaz, bu yazı aratır.
Bu yıl yaşadığımız acı, bize tekrar hatırlatıyor: Ormanı korumak, söndürmekten zordur ama çok daha değerlidir.