Hava Durumu

Dijital vicdan mı, ticari açgözlülük mü? 

Yazının Giriş Tarihi: 06.09.2025 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.09.2025 00:05

Türkiye’nin eski gazete kâğıtlarının kokusunu özlemle hatırlayan bir yazar olarak bu satırları kaleme alıyorum: Hikâye şu ki BBC, sosyal medyada bir grotesk “AI performansı” sergilenmiş olduğunu ortaya çıkarmış. Nasıl mı? Holokost mağdurlarının görüntüleri, AI ile uydurulup Facebook’ta kâr uman bir spammers şebekesinin gelir havuzu haline getirilmiş. Yani dijital vicdanın yerine ticari açgözlülük geçmiş. Ve elinize tutuşturulan bu hikâyede, çağımızın ahlâk haritası silikleşiyor.

BBC tespit etmiş: Auschwitz kampına ait orijinal kare sayısı sınırlı — gerçekten az. Ama AI destekli hesaplar, çiftçilerin prangaları arasında keman çalan mahkûmlar, tel örgüler kenarında buluşan âşıklar gibi uydurma sahneler oluşturarak milyonlarca tık ve beğeni toplamışlar. Üstelik bu yapay sahnelerin “duygusu” algoritmayla sunulunca, sosyal medya algoritmalarının “rastgele değil”, “bir lokmadaki tat” kadar planlı olduğu ortaya çıkıyor.

Opportunist arkadaşlar bu görselleri — belki bir kamu vicdanını zayıflatmak değil ama duygunun ticarileşmesini hedefleyerek — “Meta’nın içerik moneti̇zasyon” sistemiyle kazanca dönüştürüyorlar: Davetiyeyle girilen bir sistem varmış, ama para kazanmak için tabii ki kurallar esnemiş gibi. BBC, bu hesaplardan birinin dört ayda 1.2 milyar görüntüleme (views) aldığını, başka bir gönderisinin ise 20 bin dolar kazandığını iddia ettiğini yazıyor. Doğruluğunu teyit etmek ise mümkün olmamış.

Sonra Auschwitz Anıtı yetkilisi Pawel Sawicki söze giriyor: “Burada biri oyun kuruyor… sosyal medyada duygu sömürüsüyle oynayan bir senaryo…” diyor. “Burası oyun değil; gerçek acı, gerçek insanlar var burada” . Bu vurucu tespit üzerine düşünmeden geçemiyorum: Acı bir meta hâline gelirse, bu makinenin dişlilerine sıkışan herkes bir parmak izinden ibaret olmaya mecbur kalır.

Tarih zaten sahte anılarla savaş halindeyken, AI destekli manipülasyon bu savaşı “görüntü iştahıyla” yumuşatmaya — ne diyeyim — trajikomik bir boyut kazandırmış. Sosyal ağ algoritmaları “duygusu yüksek”, “tıklamaya hazır” sahneleri parlatırken, biz sahici hafızayı kayırabilecek miyiz sorusu bir gölge gibi düşüyor kalbimize.

Peki biz Türkiye’de ne diyoruz? Tarih derslerinde “her şeyi belgelere dayandırın” diyen öğretmenlerin sular altında kaldığı bir çağdayız; çünkü parmak izi ne glass negative kalıyor, ne de tarihçi ellerle tutan bir kitap sayfası... Her şey ekranlarda, tıklama uğruna sergileniyor. Duygu mu bu yoksa popüler kültürün ucuz ansiklopedisi mi diye tartışmaya bile fırsat olmadan akıp gidiyor.

Ancak hâlâ elimizde – hâlâ duyguya yer bırakan bir merakımız var. Ve belki de en değerli nokta burası: Sahteciliğe inat, gerçeklik hissi hâlâ donmadan kalmasını istediğimiz o tek şey. Sosyal medya akışındaki veriliği düzeltmek, AI’nın “canlı tarih kurgusu”ne karşılık insanlık adına bir direniş başlatabilir. Tarihsever bir İstanbul okuruna bu direnişi önerecek olsam, şöyle derdim: “Elinizde her zaman bir gazete saklayın; çünkü bir gün tıklanan her şey yerine uğradığı ruhu kaybedebilir.”

Sonuç: Dijital dünyanın en kirli takasını AI’ye ödediğimiz bu günlerde — bir iz, bir anı, bir ıssız yüzü bile ticarileştiriyor olabiliriz. Ama hâlâ “bu sahte mırıl mırıl görüntüleri geç” diyebilen vicdanlarımız var. Tarih bir duyguysa, AI’nın o duyguyu çalmasına izin vermemeli.

Ve yazıyı öyle bir cümleyle bağlayayım ki, hem ironi barındırsın hem çağrı da: “AI görüntüye şekil verebilir ama o şeklin ardındaki gerçekle yüzleşmek hâlâ insanın yalnız başına yapabileceği en radikal şeydir.”

Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.