Bazen bir karar verirsin. Sonra dönüp bakarsın ve “Yok ya, ben bunu ne düşünerek yazdım?” dersin. Genellikle bu bir aşk mesajıdır, ya da geç saatte atılan tweet. Ama bu kez bahsettiğimiz kişi bir yargıç. Ve pişman olduğu şey, milyon dolarlık bir davada yazdığı karar metni.
Amerika’da bir yargıç, büyük bir ilaç şirketine dair davada verdiği kararı geri çekti. Çünkü yazdığı metin, gerçekle arasına yapay bir mesafe koymuştu. Kararda geçen örnek davalar ya hiç yaşanmamıştı, ya da bambaşka sonuçlarla bitmişti. Kısacası metin, kendi içinde bir kurgu evren yaratmıştı. Kimi paragraflar neredeyse “Dava-evren Sinematik Kâinatı” gibiydi. Tek fark: Marvel’dan farklı olarak burada seyirci gülmedi, yatırımcılar tırnak yedi.
Şimdi tabii herkesin aklında aynı soru: Bu metni kim yazdı? Cevap net değil, ama eldeki tüm ipuçları bizi yapay zekâya götürüyor. Duruşma salonuna ChatGPT girmemiş olabilir ama avukatların ve belki de yargıcın yardımına başvurduğu dijital dostlar var. Onlar da işi biraz fazla “yardımsever” tutmuş. Meğerse bu sistemler, bazen olmayan kararlar üretip üstüne bir de onları kanıtlı gibi gösterebiliyormuş. Akademide buna “halüsinasyon” diyorlar. Biz sokakta “uydurmaca” diyoruz.
Olay patlak verince yargıç, geri adım attı. “Yanlış olmuş” dedi, kararı çöpe attı, “yenisi yolda” notunu düştü. İyi de, adalet dediğin şey bu kadar geri sarılabilir mi? “Pardon ya, yanlış karar yazmışım” demekle bitecek bir şey mi bu? Tabii ki değil. Kararlar yatırımcıları etkiler, şirketleri sarsar, insanları mahveder. Ve burada bir robot yazmış gibi duran bir karar, ciddiyeti çöp kutusuna yolladı.
Gelelim eğlenceli ama bir o kadar da düşündürücü soruya: Bu Türkiye’de olsaydı ne olurdu?
Diyelim ki Kadıköy Adliyesi’nde bir yargıç, bir şirket davasına dair kararını yayınlıyor. Sonra bir avukat çıkıyor ve “Hocam bu karardaki örnek davalar bizde hiç yaşanmadı, hatta biri Osmanlı dönemindenmiş gibi duruyor” diyor. Medya çıldırır. “Yapay zekâ yargıçlığı ele mi geçiriyor?”, “Hâkim GPT’ye mi danıştı?” manşetleri atılır. Twitter, pardon X, algoritma yalanlarına karşı ayağa kalkar. Bir grup yapay zekâ karşıtı “İnsan eliyle yazılmış karar isteriz!” diye adliye önünde protesto düzenler. Bir grup da “Olsun, AI daha az taraf tutuyor” diye savunur. Baro açıklama yapar, Adalet Bakanlığı “konuyu titizlikle inceliyoruz” der, sonra hep birlikte unutulur gider. Ta ki bir sonraki yapay metin patlayana kadar.
Ama işin ciddiyeti şu: Adalet duygusu, toplumun temel taşlarından biri. Ve insanlar, bir kararın doğruluğuna güvenmek ister. Eğer o kararı yazan metin, doğrulanmamış bilgilerle doluysa, ya da yapay zekâ eliyle yazılmışsa ve denetlenmemişse, bu yalnızca bir hata değil; toplumsal güven krizidir. Avukatlar artık sadece hukuk değil, teknoloji okuryazarlığı da bilmek zorunda. Hâkimler, Ctrl+C yerine sorumluluğu tartmak zorunda.
Teknoloji, hukuk için güçlü bir araç olabilir. Ama o aracı kullanırken, direksiyonda kim olduğunu unutmamak gerek. Çünkü yapay zekâ yargılayabilir, ama adalet hissini taşıyamaz. O his, insan yüreğinden doğar; satır aralarında değil, vicdan terazisinde tartılır.
Sonuç olarak, bu dava bize bir şey öğretiyor: Karar yazarken tek sorun doğru kelimeyi seçmek değil; doğru kaynağa dayanmak, gerçeklikle bağını koparmamak ve sorumluluğu sahiplenmek. Yoksa adalet sarayı, yapay zekâdan değil ama bizim kayıtsızlığımızdan yıkılır.