Dijital çağın son sahnesi: İnsan kaynakları toplantısı. Odanın ortasında bir yönetici, yanında kahvesi. Karşısında bir çalışan. Ve masanın tam ucunda, sessizce her şeyi not alan bir... yazılım. Evet, şirketlerin terfi ve işten çıkarmaları artık algoritmalara danıştığı, yöneticilerin bile karar verirken “acaba ChatGPT ne diyor?” diye düşündüğü bir döneme girdik. Gelecek geldi ve toplantı odasına oturdu.
ABD merkezli bir anket, 1.342 yöneticinin, başta finans, teknoloji, sağlık ve perakende olmak üzere birçok sektörden işverenin artık performans değerlendirme, maaş artışı ve hatta işten çıkarma kararlarında AI’dan destek aldığını ortaya koyuyor. “Yapay zekâ analiz etti, sen çıktın” cümlesi, artık sadece Black Mirror senaryosu değil, bizzat toplantı başlığı haline gelmiş durumda.
Terfi Eden Chatbotlar Çağı
Bu yöneticilerin önemli bir kısmı, performans değerlendirme süreçlerinde popüler yapay zekâ araçlarını kullanıyor. Bir başka deyişle, “Ben bu ay nasıl çalıştım?” sorusunun cevabı artık iş arkadaşınız değil, bir metin üretici algoritma. Sohbet botları, verileri analiz edip kimin terfi etmeye layık olduğuna dair raporlar hazırlıyor. Kimin fazla kahve molası verdiğini, kimin dosya teslim sürelerine sadık kalmadığını, kimin Teams çağrısında gülümsediğini bile ölçebilecek kadar iddialılar. Gülümsedi mi? Evet. Artık duygusal analiz bile işin içinde.
Yöneticilerin çoğu, bu araçların “daha adil” olduğuna inanıyor. Çünkü yazılım önyargısızdır, duygusuzdur, tarafsızdır... değil mi? İşte burada hikâye çatlıyor. Çünkü algoritmalar da insanlar tarafından yazılıyor. Hangi verilerle eğitildiyse, ona göre karar veriyor. Eğer eğitim seti geçmişteki önyargılardan beslenmişse, gelecekte de bu önyargıyı “nesnel veri” diye önümüze koyuyor. Ama sorun şu ki, veri öyle tekdüze değil: performansı ölçmek, sadece rakamlarla olmaz. Empati, iletişim, kriz yönetimi, takım ruhu gibi beceriler hala ekran dışı kalıyor.
Türkiye'de Yapay Patronluk: Üç Harfliler Dikkat
Peki bu anlayış, bize nasıl yansır? Türkiye’de de şimdiden büyük holdinglerde “yapay zekâ destekli İK” süreçleri konuşulmaya başlandı. Özellikle üç harfli market zincirlerinin ve bankacılık sektörünün gözleri parlıyor. Düşünsenize, mağaza sorumlusunun ayda kaç kez kasa açtığını, müşteriyle ne kadar tartıştığını analiz eden bir bot yazılımı... Ne kadar da tasarruflu değil mi?
Fakat burada önemli bir fark var: Türkiye'de iş dünyasında insan ilişkileri hâlâ çok güçlü. “Ahmet iyi çocuktur”, “Ayşe hamile kalacakmış, çıkarmayalım” gibi cümleler, algoritmaların anlayamayacağı yerel hassasiyetleri içeriyor. Bir yazılımın “İşten çıkar” dediği çalışanı patron “Ben onu asker arkadaşımdan bilirim” diye koruyabilir. Şirket kültürü hâlâ kişisel bağlarla şekilleniyor. Ama bir gün bu kişisel bağlar, bir Excel hücresine sığdırılacak mı?
Ayrıca Türk iş yaşamında, özellikle kamu kurumlarında, “yukarıdan gelen” emirler çok belirleyici. AI'ya güven, ancak onu kullanacak olanın niyeti kadar değerlidir. Yani Türkiye’de AI bir karar verici değil, patronun kararını meşrulaştırma aracı haline gelebilir. “Yapay zekâ önerdi” diyerek alınan kararlar, belki de önceden planlanmış operasyonları daha bilimsel göstermek için kullanılabilir.
Eğitim mi? Ne Eğitimi?
Araştırma gösteriyor ki, AI kullanan yöneticilerin çoğu bu yazılımları nasıl etik şekilde kullanacaklarını bilmiyor. Türkiye’ye geldiğimizde bu oran daha da artar. Şirket içinde yapay zekâyla personel değerlendirmesi yapan biri, muhtemelen “etik ilkeleri” Google’a sormadan başlamayacaktır. Hatta “yapay zekâyı denetleyen yapay zekâ” gibi absürt önlemler bile masaya gelebilir. Eğitim eksikliği, bu sistemleri adaletli değil, rastgele hale getirir.
Robotlar Yükselirken, İnsanlar Ne Yapacak?
Bütün bunlar olurken, ofisler dijitalleşiyor ama insanların kaygıları artıyor. Kimse artık yöneticinin gözünün içine bakarak değil, sistemdeki puanına göre değerlendiriliyor. “Verimli çalıştım mı?” değil, “verimliliğimi AI fark etti mi?” diye düşünmeye başlıyoruz.
İş yerinde kahkaha, mola sırasında edilen laf arasında saklıdır. Ama AI, bu kahkahayı ölçemez. İnsanlar arası bağın yerini, veri alamaz. Motivasyon, sadece hedef tutturmak değil, birlikte başarmanın verdiği histir. Bu hissi robot hissedemez; ama biz hissedememeye başlarsak, asıl kaybı o zaman yaşarız.
Sonuç: Patron Sandalyeleri Dijitalleşiyor Ama Kalp Atışları Hâlâ Analog
Yapay zekâdan kaçış yok. Ama bu teknolojiyi bir karar destek aracı mı, yoksa karar verici mi olarak kullanacağımız çok önemli. Türkiye gibi hem teknolojiye meraklı, hem de insan ilişkilerinde sıcaklık arayan bir ülkede bu dengeyi sağlamak kolay değil.
Eğer AI'ya her kararı bırakırsak, bir gün sabah işe geldiğinizde sistemin size “Bugünden sonra evden çalışmanızı rica ediyoruz – sonsuza dek” mesajı göndermesi an meselesi olabilir. Hatta belki bir gün, bu yazıyı da yapay zekâ kaleme alır. Ama bir farkla: ben sizin gözünüzün içine bakarak yazıyorum. O ise sadece ekrana. Bu fark, hâlâ bizim en büyük şansımız.
Son cümle: Terfiyi yapay zekâ belirlediğinde, insanı insan yapan bağ nerede kalır? İşte o soru, cevabını hâlâ algoritmalarla veremediğimiz tek sınav.